31 Mart 2006 Cuma

Kim Allah'a itaat ederse

men: kim
yuti'i: itaat eder

vemen yuti'illâhe (kim Allah'a itaat ederse)
وَمَن يُطِعِ اللّهَ
İtaat, emredileni yapmaktır. Meleklerin ve diğer yaratıkların düşünmeden itaatleri ile insanın şuurlu itaatini kıyaslamak gerekir.

4:69 Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.

Zaman zaman Peygamber Efendimiz'in zamanında ve yanında yaşamış olmayı, kendisini görmüş ve hizmet etmiş olmayı düşünürüz. İşte bu âyet bize bir müjdedir, sadece Peygamber Efendimiz ile değil, tüm peygamber ve sıddıklarla ve şehidlerle birlikte olmanın yolunu gösteriyor. Kur-an'da itaat kelimesini aradığımızda, çoğu yerde Allah'a ve Peygamber'e itaat şeklinde geçtiğini görüyoruz.

Bu ifade dört ayette daha kullanılmış, itaatin sonucunu anlatıyor:
yudhilhu cennâtin
4:13 cennetlere koyar
humul-fâizûn
24:52 işte onlar kurtulanlardır
feqad fâze fevzen 'azîmâ
33:71 büyük bir kurtuluşa ermiş olur
yudhilhu cennâtin
48:17 cennetlere koyar


vemen ya'sillâhe (kim Allah'a isyan ederse)

İtaatin zıddı isyandır. Bu ayetlerin yakınında isyan da söz konusu edilmiş, onun sonuçları benzer kelimelerle anlatılmış:
yudhilhu nâren
4:14 ateşe koyar
feqad dalle dalâlen mubînâ
33:36 apaçık bir şekilde sapmış olur
feinne lehû nâre cehennem
72:23 işte cehennem ateşi onundur

24 Mart 2006 Cuma

Sağlam kulpa tutunmuştur

qad: (tekidli geçmiş zaman)
istemseke: tutundu
'urve: kulp
vusqâ: sağlam
el-'urvetul-vusqâ: sağlam kulp

feqadi-stemseke bil-'urvetil-vusqâ (sağlam kulpa tutunmuştur)
فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى
Tutunmak, hayatı sürdürmek yolunda her canlının temel içgüdülerinden biri. Düşmemek için tutunuruz, bir yere ulaşmak için tutunuruz, destek almak için tutunuruz. Tutunmak için de sağlam bir kulp bulmak gerekir.

2:256 Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa tutunmuştur ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.

Hiçbir zaman kopmayacak sağlam kulp imandır, islamdır, iyiliktir. Benzeri bir metafor olan "Allah'ın ipi" de (3:103) elbette Kuran'dır.

31:22 Kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah'a varır.

Bu ayette vurgulanan iki nokta:
1) İyilik yapmak yetmez, Allah'a yönelmek, teslim olmak lâzım.
2) Allah'a yönelmek, teslim olmak yetmez; iyilik yapmak lâzım.
İman, islam, iyilik... Hiçbiri tek başına yetmiyor, hepsi birden gerekiyor.

20 Mart 2006 Pazartesi

Allah'ın eli - Allah'ın yüzü

yed: el
vech: yüz

İnsan organlarından yalnız ikisi Allah'a izafe ediliyor. Asla teşbih (benzetme), tecsim (cisimlendirme) ve teşhis (şahıslandırma) yapmaksızın, bu kelimelerin Kitab'ımızda nasıl parıldadığına bakalım.

yedullâh (Allah'ın eli)
يَدُ اللَّهِ
Allah'ın eli, O'nun kudretidir, verme gücüdür. Nasıl ki, biz verirken ellerimizi kullanırız, Allah verirken yedullâh söz konusu olur:
3:73... qul innel-fadle biyedillâhi yu-tîhi men yeşâ
De ki: "Lutuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir.
Allah lutfu ve ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir."


Bir büyüğe biat ederken, ahitleşirken de eller kullanılır:
48:10 Sana biat edenler, Allah'a biat etmiş olurlar.
yedullâhi fevqa eydîhim
Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. (Hudeybiye)
O halde kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur.
Kim Allah'ın ahdine uyarsa ona büyük bir ödül ihsan edecektir.



vechullâh (Allah'ın yüzü)
وَجْهُ اللّهِ
Allah'ın yüzü O'nun rızasıdır, hoşnutluğudur. İnançlı kişiler, dünya hayatında bu rızanın peşindedir, ona yönelmişlerdir:
2:115 Doğu da, batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah, rahmet ve nimeti geniş olandır ve O her şeyi bilir.

Onlar verirken de ötelerde umdukları vechullâh için verirler:
76:8 İçleri çektiği halde, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
76:9 innemâ nut'imukum livechillâh
"Doğrusu biz sizi, sadece Allah'ın yüzü için doyuruyoruz;
sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz."

17 Mart 2006 Cuma

Ona "ol" der ve olur

qâle: dedi, qul: de, yaqûlu: der
kâne: oldu, kun: ol, yekûnu: olur
lehû: ona

yaqûlu lehû kun feyekûn (Ona "ol" der ve olur)
يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Allah'ın kudretinde acz olmadığı için küçük büyük ne varsa Allah aynı kolaylıkla yaratır. Allah için çiçeği yaratmakla, baharı veya cenneti yaratmak arasinda bir fark yoktur. Hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur, "ol" der ve oluverir. Yasin suresi bu haberle son buluyor.

36:82 Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece
izâ erâde şey-en en yaqûle lehû kun feyekûn
ona "ol" demektir ve olur.

Hz İsa'nın olağandışı, akla sığmayan doğumunda bu açıklama yapılmış:
19:35 Allah çocuk edinmekten uzaktır, subhânehû
izâ qadâ emren feinnemâ yaqûlu lehû kun feyekûn
Bir işin olmasına hükmederse ona "ol" der ve olur.

3:59 Şüphesiz Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi ve oldu.

Sözle nasıl "olunur"?

Allah birşeyin olmasını dilediğinde, "ol" demesi yeterlidir. Yani O herşeye kâdirdir, başka bir sebebe, etkiye, zamana, maddeye, ihtiyacı yoktur. "ol" demesi külli iradesinin tecellisidir. İmtihan gereği, mucizeler dışındaki herşey bu maddi alemde sebeplere bağlanmıştır. Ama, sebeplere ihtiyaç yoktur, onlar ancak imtihan aracıdır.

Bir otomobil düşünün, herşeyi tam. Ama çalışmıyor. Çalışması için bir sebebe ihtiyacı var. Marşa basarız ve çalışır. Tüm çalışmayı tetikleyen ilk sebebi veririz. İlk etki olmadan, herşey mevcut olmasına rağmen kendi kendine çalışmaz. Çünkü maddi alemde sebeplere ihtiyaç vardır. O'nun katında -zamandan ve mekandan bağımsız- tabii ki ne bir sebebe ne de bir sonuca gerek vardır.

İmtihan dünyasındayız ya, herşey bir sebep-sonuç ilişkisi içinde sunulmuş ama her sebebi veren de her sonucun olmasını sağlayan da yine yüce Allah'tır. Biz tüm sebepleri bir araya getirsek, ve tetikleyici tüm hamleleri yapsak da Cenab-ı Hak istemeden sonuç ortaya çıkmaz. Allah nazarında sebepler sonuç için yeterli olmadığına göre, sebepler sonuç için önşart da olamaz

Diğer ayetler: 2:117, 3:47, 6:73, 16:40, 40:68

13 Mart 2006 Pazartesi

Hesabı hızlıdır

sere'a: hızlı oldu
serî'u: hızlı
hasebe: hesapladı
hisâb: hesap

serî'ul-hisâb (hesabı hızlıdır)
سَرِيعُ الْحِسَابِ

Bu söz Kuran'da sekiz yerde geçiyor:
2:202, 3:19, 3:199, 5:4, 13:41, 14:51, 24:39, 40:17
Bunların ilkine ve sonuncusuna yakından bakalım.

Hacc ibadetini yerine getirenlerin, her namazda tekrarladığımız duası:
2:201 Onlardan, "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru" diyenler de vardır.
2:202 İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.

Dikkatimizi çeken nokta, dünya için dua etmeye teşvik ediliyoruz, ancak sadece ahiret ile birlikte. Önceki âyette (2:200) sadece dünya nimetleri için dua edenler zikrediliyor ve kınanıyor. Ama sadece ahiret için dua edenlerden hiç bahsedilmiyor. Bilakis, dualarda dünya ve ahiret nimetleri birlikte vurgulanmış.

Hesabın çabuk görülmesi, bilgisayarların icadına kadar pek önemli görülmezdi. Bu aletleri programlamakla meşgul olanlar, "çabuk hesabın" ne olduğunu daha iyi takdir ederler. Milyon kere milyon ömrün hesabı birarada, ama birbirinden bağımsız olarak yapılacak ve en kısa zamanda herbir ferdin karnesi verilecek.

Son ayet, hesap gününün dehşetini ve adaletini haber veriyor:
40:16 Ortaya çıktıkları gün, hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz
Bugün mülk kimin? Bir olan ve Kahreden Allah'ın

el-yevme tuczevne kullu nefsin bimâ kesebet
40:17 Bugün herkese, kazandığının karşılığı verilir.
lâ zulmel-yevm, innallâhe serî'ul-hisâb
Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.

10 Mart 2006 Cuma

Emredileni yaparlar

fa'ale: yaptı
yef'alu: yapar
yef'alûn: yaparlar
mâ: ne (zamir olarak)
emere: emretti
yu-merûn: emredilirler

yef'alûne mâ yu-merûn (emredileni yaparlar)
يَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
Kendilerine emredileni yapanlar bütün canlılar ve meleklerdir.

16:48 Allah'ın yarattığı şeyleri görmediler mi, gölgeleri boyun eğerek Allah'a secde halinde sağda ve solda yer değiştirir.
16:49 Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, yalnız Allah'a secde eder ve onlar asla büyüklenmezler. [secde ayeti]
16:50 Onlar, üstlerinde olan Rablerinden korkarlar ve kendilerine emredileni yaparlar.

Allah'ın mülkünde olup, yine O'nun bahşettiği kuvvet ve yeteneklerle emredileni yapmamak, O'nun istemediği istikamette gitmeyi istememek, bir tek cüz'i irade sahibi insan için mümkün. Bu özelliği Allah Teâlâ en güzel yaratışla yarattığı insana bahşetmiş ve imtihanın sırrını tam da buraya koymuş.

yâ eyyuhellezîne âmenû qû enfusekum veehlîkum nâren
66:6. Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun
vaqûduhen-nâsu vel-hicâretu 'aleyhâ melâikutun
yakıtı insanlar ve taşlardır, görevlileri meleklerdir
gilâzun şidâdun lâ ya'sûnallâhe mâ emerehum
haşin ve şiddetli (melekler), Allah'a isyan etmezler,
veyef'alûne mâ yu-merûn
kendilerine emredileni yaparlar.

Melekler gibi olamasak da, "Ey babacığım, sana emredileni yap" diyen çocuk kadar sabırlı ve itaatkâr olamaz mıyız?

6 Mart 2006 Pazartesi

erhamur-râhimîn

rahime: acıdı, merhamet etti
rahme: acımak, rahmet
râhim: acıyan, merhametli
râhimîn: acıyanlar
rahîm: çok acıyan
erham: en çok acıyan

erhamur-râhimîn (merhametlilerin en merhametlisi)
أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

Allah Teâlâ, ki Zâtına rahmeti yazdığını buyuruyor, biz kullarına da sonsuz merhametinden bir cüz bağışlamış. Hatta O'nun bağışladığı merhametten eserler sırf kullarla da sınırlı değil. Yeri gelir, bir küçücük kuşun bile, yavrusuna gösterdiği merhamet dillere destan olur. Belki canlı-cansız şu dünyada varolan ve kendisini istifademize sunmuş her yaratılmışın ikramı da bu merhamet cümlesindendir. Sonuçta, güneş dünyayı aydınlatırken, iyi-kötü seçmiyor ki... Kendisine sırtını dönmedikçe, yeryüzü üzerinde ne varsa, ayırdetmeden aydınlatıyor.

Ama hep sınırlıyız işte... İnsanoğluyuz. Buna merhamet gösteriyoruz, şuna değil. Bugün merhametli davranıyoruz, yarın değil. Sabrımız az, aklımız yetersiz, imtihanımız zor. Ama işte sonsuz merhametin yollarını da merhamet bildiğimiz örneklerden buluyoruz. Elimizden başka ne gelir? O'nun merhametinden ve sevgisinden başka bir sığınak yok.

Kerîm Kitab'ımızda "erhamur-râhimîn" ifadesi dört kez geçiyor. Hepsi de hayatlarıyla bizlere örnek olan enbiyanın dilinden, onlardan dersler ile: Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa ve Hz. Eyyub'un dualarında... Selam üzerlerine olsun.

Yakub Aleyhisselam, Yusuf'u kaybeden oğullarına tam da bunu hatırlatır işte... Hani o oğullar ki, Bünyamin'i de binbir ricalarla alıp gitmek isterler, hiç tanıyamadıkları Yusuf'un ülkesine:
12:64 "Daha önce bunun kardeşini (Yûsuf'u) size güvendiğim gibi, bunu da mı size emanet edeyim?" dedi.
vallâhu hayrun hâfizâ, vehuve erhamur-râhimîn
"En iyi koruyucu Allah'tır. O, merhametlilerin en merhametlisidir."

Kıssaların en güzeli devam eder. Ağabeyler, Bünyamin'i türlü yeminlerle götürürler ama onu da enteresan bir şekilde kaybedip, babalarının yanına dönerler. Babaları bir tek "Ah, Yusuf'um!" der. Ardından onların Yusuf'un ülkesine geri dönmeleri ve gerçeklerin açığa çıkması uzun sürmez.

Hatalarını anlamış kardeşlere Yusuf yine merhamet kaynağını işaret eder:
12:92 "Bugün size, (yaptığınızdan dolayı) hiç bir kınama yok" dedi.
yagfirullâhu lekum, vehuve erhamur-râhimîn
"Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir."

Allah Teâlâ vahyini Hz. Musa'ya ulaştırmak üzere kırk gün onu kavminden ayırıyor. Bu sürenin sonunda Musa Peygamber, levhalarla birlikte İsraoğullarının yanına dönüyor, bir de ne görsün: Kavmi o arada altından bir buzağı yapmış ona tapınmaya kalkmış. Öfke ve üzüntüyle hem İsrailoğullarına, hem de buna ses çıkaramayan kardeşine kızıyor. Araf suresinden öğreniyoruz ki, Harun, "Ey anamın oğlu!" diyor, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma."

Hz. Musa, orada Allah'a sığınıyor:
7:151 Musa dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine al, merhametlilerin en merhametlisi Sen'sin."

Aynı yönelişi bir de sabır kahramanı Hz. Eyyub'un dilinden öğreniyoruz:
21:83 Eyyub da Rabbine nida etmişti:
ennî messeniyed-durru veente erhamur-râhimîn
"Başıma bir dert geldi, merhametlilerin merhametlisi Sen'sin."

Yüce Kitabımız bundan daha güzel bir hitabı da şöyle öğretiyor:
23:118 ve qul rabbi-gfir verham veente hayrur-râhimîn
De ki: "Rabbim, bağışla, merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin."

3 Mart 2006 Cuma

Allah'a dayandım

vekele: vekil olmak
vekkele: vekil yapmak
yetevekkele: dayanmak, güvenmek
tevekkeltu: dayandım
tevekkelnâ: dayandık
'alâ: -e, -de (İng. on)
'alallâh: Allah'a

tevekkeltu 'alallâh (Allah'a dayandım)
تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ

Âd kavmini şirkten tevhide çağıran Hud (AS)'ın dilinden söyleniyor bu cümleler:

11:56. "Şüphesiz ben; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Hiç bir canlı yoktur ki O, onun alnından tutmuş (onu hükmü ve denetimine almış) olmasın. Şüphesiz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir."

Hud (AS) insanları tevhide ve Allah'a kulluğa davet ediyor. Tevhid mühim bir kavram. Allah'ın tek ilah olduğunu insan kalbiyle tasdik etmeli ki, imanın özünü bulsun. Varoluşunun gereğini yerine getirebilsin.

O günkü inkârcı kavimlerin içinden, Allah'ın elçisinin sözlerine karşılık mucizeler isteyenler çıkıyor, o kıymetli nebiyi aşağılayanlar oluyor. Onlara karşı Hud (AS)'ın yaptığı tek şey var: Tebliğ vazifesini yerine getirip, O'na dayanmak.

Bir diğer ayette, aynı anlam şöyle veriliyor:
10:71. Onlara Nûh'un haberini oku. Hani o kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam ve Allah'ın ayetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (bilin ki) ben ancak Allah'a güvenip dayandım. Haydi siz ortaklarınızla birlikte (bana yapacağınız) işiniz hakkında ittifak edip karar verin! Sonra yapacağınız işiniz, size bir tasa olmasın. Sonra (o hükmünüzü) bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."

Yine ufak farklılıklarla çok benzer ifadeler 11:88'de Şuayb (AS)'ın, 9:129'da Rasulullah (salât ve selam ona) dilinden bizlere dua olarak öğretiliyor. Hepsi nebilerin örnek hayatlarından örnek cümleler... Belki bu cümlelerin söylendiği anlar, en zor zamanlar... Kolaylıkta da, zorlukta da o örnek insanlar hiç sarsılmadan Allah'a dayandıklarını hissedip, söylüyorlar.

Enbiyanın hayatından, hayatlarımıza çıkacak ne çok dersler var.

tevekkelnâ 'alallâh (Allah'a dayandık)

10:85 Onlar da şöyle dediler: "Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!"

Burada Hz. Musa ve kavmi anlatılıyor. Bildiğimiz gibi Hz. Musa nın kavminden sadece cok ufak bir kısmı iman etmisti çünkü geri kalanları Firavundan korkuyorlardı. Oysaki Hz. Musa onları uyarmıstı korkmayın ve Allah a güvenin demişti, ama onlar korktular ve de iman etmediler. İman eden bir avuç insan ise Allah'a tevekkül ile dua ettiler.

7:88-9 Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb, onlara: "İstemezsek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen hüküm ver, Sen hükmedenlerin en hayırlısısın" dedi.

Dualarda Tevekkül
Bu sözü okur okumaz taaa çocukluk yıllarımda babaannemin bana ezberlettiği simdi ne zaman karanlıkta kalsam, ne zaman basım sıkıssa daralsam caresiz kalsam okudugum bir duayı hatırladım. Günde bazen onlarca defa yuzlerce defa okuyabildiğim bir dua benim için:
bismillâh, tevekkeltu 'alallâh,
lâ havle velâ quvvete illâ billâh


Evet, geleneği kutsallaştırmamak gerek, ama yeri geldiğinde ona müteşekkir olmasını da bilmeli. Ne güzel ki, babaanneler, anneanneler bir Kütüb-ü Sitte hadis-i şerifini sadece kendilerinin değil, torunlarının da hayatlarına başarıyla geçirmişler:

Hz. Enes (ra) anlatıyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:
Evinden çıkınca kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet ancak Allah'tandır" derse kendisine: "İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da" denir, ondan şeytan yüz çevirir.

[Tirmizî, Daavât 34, (3422); Ebû Dâvud, Edeb 112, (5095)]

Sonra oruç açarken okunan dua var:
allâhumme leke sumtu ve bike âmentu
Allahım, Senin için oruç tuttum, Sana inandım,
ve'aleyke tevekkeltu ve'alâ rizqike eftartu
Sana dayandım, Senin rızkınla iftar ettim.

... ve her gece okuduğumuz Kunut duası:
allâhumme innâ nesta'înuke venestagfiruke venestehdîke
Allahım, Senden yardım dileriz, Sana istiğfar ederiz, Senden hidayet isteriz
venu-minu bike venetûbu ileyke venetevekkelu 'aleyke
Sana iman ederiz, Sana tevbe ederiz, Sana dayanırız