Yüce Kitab'ımızı daha iyi anlamak için, O'nun kelimeleri ile konuşmak gerekir. Ayetlerden Pırıltılar o kelimelerden seçilmiş bir demettir.
Not: Bu sitedeki Arapça ayetleri "güzel" görmek için, Diyanet web sitesinden bir font indirip Denetim Masasındaki fontlara kopyalamak gerekebilir.
1 Temmuz 2006 Cumartesi
30 Haziran 2006 Cuma
Dualarının sonu da ...
âhir: son
da'vâ: dualar
hum: onlar
veâhiru da'vâhum ... (Dualarının sonu da ...)
"Bunların" yani Cennet ehlinin sözleri ayette bize bildiriliyor:
da'vâhum fîhâ subhânekallâhumme
Bunların oradaki duaları, "Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah'ım!"
Cennet barış ve nimet yurdu. İnsanlar bu dünyada benzerlerini görmedikleri, hatta hayal bile edemedikleri nimetlere orada kavuşacaklar. O mutlu kimselerin her hâlleri anlaşılan hayret ve heyecan üzere olacak ki, dillerinden hep evvelâ "subhâneke" dökülecek.
Bu türden duyguların izini en çok çocuklarda gözlemek mümkün. Çocuklar ne güzel hayret ederler değil mi? Ne tatlı şaşırırlar. Küçücük şeyler bile onlara muhteşem gelir. Yaşlar büyüdükçe ve gördüklere alışıldıkça insanlar bir nebze bu duygularını kaybediyorlar ama içindeki çocuğa nefes aldıranlar için o kadar da uzak sayılmazlar. İnsan gökkuşağını görür de, ya da güzel bir ağaç, masmavi bir gökyüzü, suyun üstünde nazlı nazlı süzülen bir gemiye rastgelir, veyahut her biri biricik olan kar taneleri siyah paltosuna yağar, sonra herşeyin yerli yerince yerleştiği bir matematik denklemini anlar da hiç hayret duymaz mı? Cennet de nimetlerin en muhteşem formlarının yurdu olacağı için herhalde bu coşkun duyguların en mükemmel ve kuvvetli hâlleri de onun misafirlerinin özünde olacak, demek...
vetahiyyetuhum fîhâ selâm
aralarındaki esenlik dilekleri "selâm"
İnsanların birbirlerine dileklerinin "selam" olması da mânidar. Bize ekonomi derslerinde ekonominin tanımını şöyle öğretirlerdi: "Sınırlı kaynakların, insanların sınırsız istek ve ihtiyaçlarına göre nasıl kullanılacağını inceleyen bilim dalı" Cennette kaynaklar sınırsız olacağına göre, insanlar arası durum da barıştan gayrısı olmayacak. Orası selam yurdu olacak. Orası barış yurdu olacak.
veâhiru da'vâhum enil-hamdu lillâhi rabbil-'âlemîn
dualarının sonu da "Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" sözleridir
Orada ikramlara kavuşmuş kimselerin hayret ve heyecanının ardından dillerinden dökülen dua ise her türlü övgünün ancak O'na ait olduğu sözleri olacak. Hamd O'nun. Zaten var olan herşey ancak O'ndan geldi ve O'na dönecek. Hâl böyle olunca, bütün övgüler de ancak O'na ait.
da'vâ: dualar
hum: onlar
veâhiru da'vâhum ... (Dualarının sonu da ...)
وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ
10:10 Bunların oradaki duaları "Subhâneke Allahumme", aralarındaki esenlik dilekleri "Selâm", dualarının sonu da "Elhamdulillahi rabbil'âlemîn" sözleridir. "Bunların" yani Cennet ehlinin sözleri ayette bize bildiriliyor:
da'vâhum fîhâ subhânekallâhumme
Bunların oradaki duaları, "Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah'ım!"
Cennet barış ve nimet yurdu. İnsanlar bu dünyada benzerlerini görmedikleri, hatta hayal bile edemedikleri nimetlere orada kavuşacaklar. O mutlu kimselerin her hâlleri anlaşılan hayret ve heyecan üzere olacak ki, dillerinden hep evvelâ "subhâneke" dökülecek.
Bu türden duyguların izini en çok çocuklarda gözlemek mümkün. Çocuklar ne güzel hayret ederler değil mi? Ne tatlı şaşırırlar. Küçücük şeyler bile onlara muhteşem gelir. Yaşlar büyüdükçe ve gördüklere alışıldıkça insanlar bir nebze bu duygularını kaybediyorlar ama içindeki çocuğa nefes aldıranlar için o kadar da uzak sayılmazlar. İnsan gökkuşağını görür de, ya da güzel bir ağaç, masmavi bir gökyüzü, suyun üstünde nazlı nazlı süzülen bir gemiye rastgelir, veyahut her biri biricik olan kar taneleri siyah paltosuna yağar, sonra herşeyin yerli yerince yerleştiği bir matematik denklemini anlar da hiç hayret duymaz mı? Cennet de nimetlerin en muhteşem formlarının yurdu olacağı için herhalde bu coşkun duyguların en mükemmel ve kuvvetli hâlleri de onun misafirlerinin özünde olacak, demek...
vetahiyyetuhum fîhâ selâm
aralarındaki esenlik dilekleri "selâm"
İnsanların birbirlerine dileklerinin "selam" olması da mânidar. Bize ekonomi derslerinde ekonominin tanımını şöyle öğretirlerdi: "Sınırlı kaynakların, insanların sınırsız istek ve ihtiyaçlarına göre nasıl kullanılacağını inceleyen bilim dalı" Cennette kaynaklar sınırsız olacağına göre, insanlar arası durum da barıştan gayrısı olmayacak. Orası selam yurdu olacak. Orası barış yurdu olacak.
veâhiru da'vâhum enil-hamdu lillâhi rabbil-'âlemîn
dualarının sonu da "Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" sözleridir
Orada ikramlara kavuşmuş kimselerin hayret ve heyecanının ardından dillerinden dökülen dua ise her türlü övgünün ancak O'na ait olduğu sözleri olacak. Hamd O'nun. Zaten var olan herşey ancak O'ndan geldi ve O'na dönecek. Hâl böyle olunca, bütün övgüler de ancak O'na ait.
27 Haziran 2006 Salı
Allah'a kaçın
fe: o halde
ferre: kaçtı
firâr: kaçış
firrû: kaçın
ilâ: -e (İng to)
ilallâh: Allah'a
fefirrû ilallâh (Allah'a kaçın)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayet bize ne anlatıyor?
* Allah'a nasıl kaçılır?
* Kimden ve neden kaçılır?
ferre: kaçtı
firâr: kaçış
firrû: kaçın
ilâ: -e (İng to)
ilallâh: Allah'a
fefirrû ilallâh (Allah'a kaçın)
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayet bize ne anlatıyor?
* Allah'a nasıl kaçılır?
* Kimden ve neden kaçılır?
23 Haziran 2006 Cuma
Zan, gerçeğe fayda etmez
inne: (vurgu kelimesi)
zan: sanı, vehim, kuruntu
lâ: (olumsuzluk kelimesi)
yugnî: fayda eder
min: -den
haqq: gerçek, hakikat
innez-zanne lâ yugnî minel-haqqi şey-â
(Şüphesiz zan, gerçeğe fayda etmez, hakikat namına birşey ifade etmez)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili iki ayet bize ne anlatıyor?
* Zan nedir?
* Neden fayda etmez?
zan: sanı, vehim, kuruntu
lâ: (olumsuzluk kelimesi)
yugnî: fayda eder
min: -den
haqq: gerçek, hakikat
innez-zanne lâ yugnî minel-haqqi şey-â
(Şüphesiz zan, gerçeğe fayda etmez, hakikat namına birşey ifade etmez)
إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili iki ayet bize ne anlatıyor?
* Zan nedir?
* Neden fayda etmez?
20 Haziran 2006 Salı
"Bu vaad ne zaman?"
metâ: ne zaman
hâzâ: bu
va'ade: söz vermek
va'd: söz verilen
metâ hâzel-va'du (Bu vaad ne zaman?)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne anlatıyor?
* Vaad edilen nedir? (altı ayette geçiyor)
* Ne zamanmış?
hâzâ: bu
va'ade: söz vermek
va'd: söz verilen
metâ hâzel-va'du (Bu vaad ne zaman?)
مَتَى هَذَا الْوَعْدُ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne anlatıyor?
* Vaad edilen nedir? (altı ayette geçiyor)
* Ne zamanmış?
16 Haziran 2006 Cuma
Tuzak kuranların en iyisi
hayr: iyi
mekere: tuzak kurdu
mâkir: tuzak kuran
hayrul-mâkirîn (Tuzak kuranların en iyisi)
Henüz birinci yüzyılın 30'lu senelerinde Kudüs civarındaki mübarek topraklardayız. Allah'ın ayetleri ile şereflenmiş bir toplum o ayetleri hiçe sayıp tahrif etmiş. Dünyanın o zamanki hakimi olan Romalıların boyunduruğu altında, zillet içinde yaşıyorlar. Tekrar bir elçi gönderilmiş, apaçık mucizelerle. Babasız doğmuş, hastaları iyi etmiş, çamura can vermiş bir nebi.
Sadece on iki kişi inanmış, ona yardımcı olmuş. Diğerleri onun elçiliğini kabul etmemiş, bununla da kalmayıp en büyük hainliği yapmışlar: Kendi içlerinden çıkmış olan Allah'ın bu mübarek peygamberini müşrik Romalılara ihbar etmişler. Artık, bu hainliği yapana en acıklı azap layık değil miydi? Artık ona kim acısın, kim ağlasın?
vemekerû vemekerallâh
3:54 Bir tuzak kurdular, Allah da bir tuzak kurdu.
vallâhu hayrul-mâkirîn
Allah tuzak kuranların en iyisidir.
600 sene sonra, Mekke'nin kara taşları arasındayız. Allah'ın ayetlerini nesiller önce tahrif etmiş bir toplum, görünüşte izzet içinde, ama cehaletin en koyusu içinde. Bu topluma da bir elçi gönderilmiş, apaçık mucizelerle. Öksüz ve yetim, okuma bilmediği halde en meşhur edipleri susturan bir nebi. Her türlü zorluğu çıkarmışlar, bu acayip sözün meydan okumasına cevap verememişler. Etrafında toplananlar hergün artar olmuş. Kendi güçlerini tehlikede görünce tek çare kalmış: Evini basıp öldürmek.
veyemkurûne veyemkurullâh
8:30 Bir tuzak kurarlar, Allah da bir tuzak kurar.
vallâhu hayrul-mâkirîn
Allah, tuzak kuranların en iyisidir.
İki hikayenin sonu aynı, hak sözün gücü batıl güçlerin hepsini bastırmış. Allah'ın tuzağı, diğer tuzakları bozup dağıtmış. Zaten Allah'ın kanunu böyleymiş, kötü tuzak dönüp sahibini avlarmış.
velâ yahîqul-mekrus-seyyiu illâ biehlih
35:43 Oysa kötü tuzağa ancak sahibi düşer
Allah'ın tuzakları sadece kötülük planlayanlar için mi? Hayır. Hayat imtihanı hep tuzaklarla dolu. Elbette O tuzak kuranların en iyisidir.
Binlerce tuzak yemleri vardır hayat yolunda
Ve biz heves içinde zavallı kuşlar gibiyiz
Mevlânâ
mekere: tuzak kurdu
mâkir: tuzak kuran
hayrul-mâkirîn (Tuzak kuranların en iyisi)
خَيْرُ الْمَاكِرِينَ
Henüz birinci yüzyılın 30'lu senelerinde Kudüs civarındaki mübarek topraklardayız. Allah'ın ayetleri ile şereflenmiş bir toplum o ayetleri hiçe sayıp tahrif etmiş. Dünyanın o zamanki hakimi olan Romalıların boyunduruğu altında, zillet içinde yaşıyorlar. Tekrar bir elçi gönderilmiş, apaçık mucizelerle. Babasız doğmuş, hastaları iyi etmiş, çamura can vermiş bir nebi.
Sadece on iki kişi inanmış, ona yardımcı olmuş. Diğerleri onun elçiliğini kabul etmemiş, bununla da kalmayıp en büyük hainliği yapmışlar: Kendi içlerinden çıkmış olan Allah'ın bu mübarek peygamberini müşrik Romalılara ihbar etmişler. Artık, bu hainliği yapana en acıklı azap layık değil miydi? Artık ona kim acısın, kim ağlasın?
vemekerû vemekerallâh
3:54 Bir tuzak kurdular, Allah da bir tuzak kurdu.
vallâhu hayrul-mâkirîn
Allah tuzak kuranların en iyisidir.
600 sene sonra, Mekke'nin kara taşları arasındayız. Allah'ın ayetlerini nesiller önce tahrif etmiş bir toplum, görünüşte izzet içinde, ama cehaletin en koyusu içinde. Bu topluma da bir elçi gönderilmiş, apaçık mucizelerle. Öksüz ve yetim, okuma bilmediği halde en meşhur edipleri susturan bir nebi. Her türlü zorluğu çıkarmışlar, bu acayip sözün meydan okumasına cevap verememişler. Etrafında toplananlar hergün artar olmuş. Kendi güçlerini tehlikede görünce tek çare kalmış: Evini basıp öldürmek.
veyemkurûne veyemkurullâh
8:30 Bir tuzak kurarlar, Allah da bir tuzak kurar.
vallâhu hayrul-mâkirîn
Allah, tuzak kuranların en iyisidir.
İki hikayenin sonu aynı, hak sözün gücü batıl güçlerin hepsini bastırmış. Allah'ın tuzağı, diğer tuzakları bozup dağıtmış. Zaten Allah'ın kanunu böyleymiş, kötü tuzak dönüp sahibini avlarmış.
velâ yahîqul-mekrus-seyyiu illâ biehlih
35:43 Oysa kötü tuzağa ancak sahibi düşer
Allah'ın tuzakları sadece kötülük planlayanlar için mi? Hayır. Hayat imtihanı hep tuzaklarla dolu. Elbette O tuzak kuranların en iyisidir.
Binlerce tuzak yemleri vardır hayat yolunda
Ve biz heves içinde zavallı kuşlar gibiyiz
Mevlânâ
13 Haziran 2006 Salı
Eskilerin masalları
setara: (satır satır) dizmek, çizmek
satr: satır
esâtîr: masallar
evvel: ilk
evvelîn: ilkler, öncekiler
esâtîrul-evvelîn (Eskilerin masalları)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu sözü kimler söylemiş ve söylüyor?
* Bu sözün geçtiği dokuz ayet bize ne anlatıyor?
* Eskilerin masalları nedir?
satr: satır
esâtîr: masallar
evvel: ilk
evvelîn: ilkler, öncekiler
esâtîrul-evvelîn (Eskilerin masalları)
أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu sözü kimler söylemiş ve söylüyor?
* Bu sözün geçtiği dokuz ayet bize ne anlatıyor?
* Eskilerin masalları nedir?
9 Haziran 2006 Cuma
lâ ilâhe illâ ...
lâ ... illâ: ancak (olumlu)
ilâh: tanrı, huda
ene: ben
ente: sen
huve: o
lâ ilâhe illallâh (Tanrı ancak Allah) [iki ayet]
lâ ilâhe illâ ene (Tanrı ancak Ben'im) [bir ayet]
lâ ilâhe illâ ente (Tanrı ancak Sen'sin) [bir ayet]
lâ ilâhe illâ huve (Tanrı ancak O) [çok sayıda]
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* İlk üç söz ve ilgili dört ayet bize ne söylüyor?
* Tanrı nedir? Allah kimdir?
* "Ben'im" demek kime yakışır?
ilâh: tanrı, huda
ene: ben
ente: sen
huve: o
lâ ilâhe illallâh (Tanrı ancak Allah) [iki ayet]
lâ ilâhe illâ ene (Tanrı ancak Ben'im) [bir ayet]
lâ ilâhe illâ ente (Tanrı ancak Sen'sin) [bir ayet]
lâ ilâhe illâ huve (Tanrı ancak O) [çok sayıda]
... لَا إِلَهَ إِلَّا
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* İlk üç söz ve ilgili dört ayet bize ne söylüyor?
* Tanrı nedir? Allah kimdir?
* "Ben'im" demek kime yakışır?
6 Haziran 2006 Salı
Açlık ve korku elbisesi
libâs: elbise
cû': açlık
havf: korku
libâsel-cû'i vel-havf (Açlık ve korku elbisesi)
feezâqahallâhu libâsel-cû'i vel-havf
ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.
Bu şehir Mekke'dir, Ankara'dır, Londra'dır, ne fark eder ki? Hepsidir.
Nüzul sebebine bakıp sadece Mekke diye sınırlarsak, başka yerlerde
yaşayanlar hiç üzerine alınmayacak. Halbuki haber çok genel.
Ayette bozulan toplumların bu dünyada da çeşitli sebeplerle cezalandırılacağını okuyoruz. Allah'ın nimetlerine önce onlar nankörlük ettiler; sonra yaptıklarına karşılık olarak, Allah onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.
1930'ların dünyasında açlık ve yokluk hakimdi, ama güvenlik sorun değildi. 2000'lere geldiğimizde bolluk içindeyiz, herkese yetecek kadar yiyecek var, ama gece sokağa çıkmaya korkuyoruz. Arabalara alarm, evlere çelik kapı yaptırıyoruz. Genelde korku hakim. Demek ki, açlık ve korku birbirinden bağımsız, bize tattırılan iki unsur. Sınavın iki sorusu.
velenebluvennekum bişey-in minel-havfi vel-cû'i
2:155 sizi biraz korku ve açlıkla ... muhakkak deneriz
Bir de olumlu anlamda şu âyette geçiyor:
ellezî et'amehum min cûin ve âmenehum min havf
106:4 (bu evin Rabbi ki) kendilerini açlıktan doyurmuş ve korkudan güvenliğe eriştirmiştir.
cû': açlık
havf: korku
libâsel-cû'i vel-havf (Açlık ve korku elbisesi)
لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ
16:112 Allah güven ve huzur içindeki bir şehri örnek verdi. Rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, feezâqahallâhu libâsel-cû'i vel-havf
ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.
Bu şehir Mekke'dir, Ankara'dır, Londra'dır, ne fark eder ki? Hepsidir.
Nüzul sebebine bakıp sadece Mekke diye sınırlarsak, başka yerlerde
yaşayanlar hiç üzerine alınmayacak. Halbuki haber çok genel.
Ayette bozulan toplumların bu dünyada da çeşitli sebeplerle cezalandırılacağını okuyoruz. Allah'ın nimetlerine önce onlar nankörlük ettiler; sonra yaptıklarına karşılık olarak, Allah onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.
1930'ların dünyasında açlık ve yokluk hakimdi, ama güvenlik sorun değildi. 2000'lere geldiğimizde bolluk içindeyiz, herkese yetecek kadar yiyecek var, ama gece sokağa çıkmaya korkuyoruz. Arabalara alarm, evlere çelik kapı yaptırıyoruz. Genelde korku hakim. Demek ki, açlık ve korku birbirinden bağımsız, bize tattırılan iki unsur. Sınavın iki sorusu.
velenebluvennekum bişey-in minel-havfi vel-cû'i
2:155 sizi biraz korku ve açlıkla ... muhakkak deneriz
Bir de olumlu anlamda şu âyette geçiyor:
ellezî et'amehum min cûin ve âmenehum min havf
106:4 (bu evin Rabbi ki) kendilerini açlıktan doyurmuş ve korkudan güvenliğe eriştirmiştir.
2 Haziran 2006 Cuma
Allah doğru söyledi
sidq: doğruluk
sadaqa: doğru söyledi
sadaqallâh (Allah doğru söyledi)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Allah'ın doğru söylemesi ne demek? (üç ayette geçiyor)
sadaqa: doğru söyledi
sadaqallâh (Allah doğru söyledi)
صَدَقَ اللَّهُ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Allah'ın doğru söylemesi ne demek? (üç ayette geçiyor)
30 Mayıs 2006 Salı
Magfiret ve büyük ücret
magfire: bağışlama
ecr: ücret, karşılık
'azîm: büyük
magfireten veecren 'azîmâ (Magfiret ve büyük ücret)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* "Büyük ücret" nedir?
* Kimlere vaadedilmiş?
ecr: ücret, karşılık
'azîm: büyük
magfireten veecren 'azîmâ (Magfiret ve büyük ücret)
مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* "Büyük ücret" nedir?
* Kimlere vaadedilmiş?
26 Mayıs 2006 Cuma
Doğunun ve batının Rabbi
meşriq: doğu
meşriqayn: iki doğu
meşâriq: doğular
magrib: batı
magribeyn: iki batı
magârib: batılar
rabbul-meşriqi vel-magrib (Doğunun ve batının Rabbi)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* "Yönlerin Rabbi" ne demek?
* Neden yönler tekil, ikil ve çoğul?
meşriqayn: iki doğu
meşâriq: doğular
magrib: batı
magribeyn: iki batı
magârib: batılar
rabbul-meşriqi vel-magrib (Doğunun ve batının Rabbi)
رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* "Yönlerin Rabbi" ne demek?
* Neden yönler tekil, ikil ve çoğul?
23 Mayıs 2006 Salı
Renkleri muhtelif
ihtilâf: farklılık
muhtelif: çeşitli, farklı
levn: renk
elvân: renkler
-hû/-hâ: onun
muhtelifun elvânuhû (Renkleri muhtelif)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Renklerin çeşitliliği neden? Renk gerekli mi?
* Rengârenk olanlar nedir?
muhtelif: çeşitli, farklı
levn: renk
elvân: renkler
-hû/-hâ: onun
muhtelifun elvânuhû (Renkleri muhtelif)
مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Renklerin çeşitliliği neden? Renk gerekli mi?
* Rengârenk olanlar nedir?
19 Mayıs 2006 Cuma
Allah'ın dostları
veliye: yakın olmak, dost olmak
veliy: dost (esmâ-i husnâdan)
evliyâ: dostlar
evliyâullâh (Allah'ın dostları)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Allah'ın dostları kim?
* Nasıl dost olunur?
* Nasıl dost kalınır?
veliy: dost (esmâ-i husnâdan)
evliyâ: dostlar
evliyâullâh (Allah'ın dostları)
أَوْلِيَاءَ اللَّهِ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Allah'ın dostları kim?
* Nasıl dost olunur?
* Nasıl dost kalınır?
16 Mayıs 2006 Salı
Dilediğini yapan
fa''âl: yapan (çift 'ayn ile)
li: (-e hali, İng: to)
mâ: (bağlaç, İng: that)
yurîd: diler
fa''âlun limâ yurîd (Dilediğini yapan)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili iki ayet bize ne söylüyor?
* Dilediğini yapan kimdir?
* Bu özelliğin sonuçları nedir?
* İnsan da dilediğini yapabilir mi?
li: (-e hali, İng: to)
mâ: (bağlaç, İng: that)
yurîd: diler
fa''âlun limâ yurîd (Dilediğini yapan)
فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili iki ayet bize ne söylüyor?
* Dilediğini yapan kimdir?
* Bu özelliğin sonuçları nedir?
* İnsan da dilediğini yapabilir mi?
12 Mayıs 2006 Cuma
Sizi ilk defa yarattığımız gibi
ke: gibi
mâ: (bağlaç, İng: that)
halaqnâkum: sizi yarattık
evvel: ilk, birinci
merre: kere, defa
kemâ halaqnâkum evvele merre (sizi ilk defa yarattığımız gibi)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
(beş ayetin yalnız ikisinde bu ifade aynen kullanılmış)
* İlk yaratılış hangisidir?
* Bu söz ne zaman, kime söyleniyor?
mâ: (bağlaç, İng: that)
halaqnâkum: sizi yarattık
evvel: ilk, birinci
merre: kere, defa
kemâ halaqnâkum evvele merre (sizi ilk defa yarattığımız gibi)
كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
(beş ayetin yalnız ikisinde bu ifade aynen kullanılmış)
* İlk yaratılış hangisidir?
* Bu söz ne zaman, kime söyleniyor?
9 Mayıs 2006 Salı
Ortalama bir toplum
umme: ümmet, toplum
vesat: vasat, ortalama
ummeten vesatan (Ortalama bir toplum)
Bir ayette geçen bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Ortalama bir toplum nasıl olunur?
* Dosdoğru yol ve Yolun ortası ile ilgisi var mı?
vesat: vasat, ortalama
ummeten vesatan (Ortalama bir toplum)
أُمَّةً وَسَطًا
Bir ayette geçen bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Ortalama bir toplum nasıl olunur?
* Dosdoğru yol ve Yolun ortası ile ilgisi var mı?
5 Mayıs 2006 Cuma
Yolun ortası
sevâ: eşit, orta
sebîl: yol
sevâes-sebîl (Yolun ortası)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* "Yolun ortası" nedir?
* Dosdoğru yol'dan ne farkı var?
sebîl: yol
sevâes-sebîl (Yolun ortası)
سَوَاء السَّبِيلِ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* "Yolun ortası" nedir?
* Dosdoğru yol'dan ne farkı var?
2 Mayıs 2006 Salı
Dosdoğru yol
sirât: yol
mustaqîm: dosdoğru
es-sirâtul-mustaqîm (Dosdoğru yol)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Hangi yol dosdoğrudur?
mustaqîm: dosdoğru
es-sirâtul-mustaqîm (Dosdoğru yol)
الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim:
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Hangi yol dosdoğrudur?
28 Nisan 2006 Cuma
Başkasının yükünü çekmez
vezere: yüklenmek
yeziru, teziru: yüklenir
vâzir, vâzire: yük çeken
vezîr: yardımcı, vezir
vizr: ağır yük
âhar, uhrâ: diğer, başka
velâ teziru vâziretun vizre uhrâ (Kimse başkasının yükünü çekmez)
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim: (beş yerde geçiyor)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Taşınan yük neyi anlatıyor?
* Bu kuralın toplumsal uygulaması nasıl olabilir?
* Aynı kökten üç kelime ardarda, ama kulağa hoş geliyor
yeziru, teziru: yüklenir
vâzir, vâzire: yük çeken
vezîr: yardımcı, vezir
vizr: ağır yük
âhar, uhrâ: diğer, başka
velâ teziru vâziretun vizre uhrâ (Kimse başkasının yükünü çekmez)
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى
Bu sözü Kuran'da bulup, düşünelim: (beş yerde geçiyor)
* Bu söz ve ilgili ayetler bize ne söylüyor?
* Taşınan yük neyi anlatıyor?
* Bu kuralın toplumsal uygulaması nasıl olabilir?
* Aynı kökten üç kelime ardarda, ama kulağa hoş geliyor
21 Nisan 2006 Cuma
Bugün mülk kimin?
men: kim
limen: kime, kimin
el-mulk: (bütün) mülk
el-yevm: bugün
yevme hum bârizûne lâ yahfâ 'alallâhi minhum şey
40:16 Ortaya çıktıkları gün, hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz
Söz konusu gün, elbette Kıyamet günü, yer de Haşr meydanı.
Saklanacak, korunacak hiçbir engeli olmayan dümdüz meydan.
Herkes ortaya çıkmış, bâriz, apaçık. Ameller ortaya dökülmüş,
bazısı boyunlarda asılı yük, bazısı ellerde ışık. Dünyada iken
gizlenebildiğini sandığımız herşey bâriz, apaçık, ortada.
Elbette hiçbir şey hiçbir zaman Allah'a gizli değil. Fakat bunun
farkında mıyız? O gün, gizlilik kalmadığının da görüleceği gün.
Müdhiş soru orada, o zaman soruluyor. Muhatab bütün halk.
Soran ve cevap veren ise Hâlık. Cemal tecellileri o gün ortada
yok, sadece Celal görünüyor. Kahreden sıfatlar.
limenil-mulkul-yevm, lillâhil-vâhidil-qahhâr
Bir olan, yani Vâhid, zatında hiç ortaklığa, çokluğa yer yok,
parçaları da yok, parçacıkları da yok. Kahreden, yani Kahhâr,
bir ortağı olmak şöyle dursun, her şey O'nun kahrına mahkum.
Sorunun dehşetini dünyanın aldatıcı rahatlığında nasıl anlasak?
Anlatmak için "el-mulk" kelimesini biraz açalım.
Mülk kavramı için, kedi ve benzeri hayvanların kendi bölgelerini
işaretleyip (territory marking) başkalarının oraya girmesine izin
vermemesi iyi bir benzetme değil mi? Bu davranış insanlarda
duvar, dikenli tel, tapu gibi gözle görülür bir hale evrimleşmiş.
Son ucunda da devletlerin sınır, pasaport, polis uygulamaları.
Mesaj hep aynı: Burası benim mülküm, izinsiz girilmez.
Herşeyin bâriz olduğu gün, mülk kiminmiş herkes anlayacak.
O'nun mülkünde, O'nun izniyle, O'nun rızkıyla yaşandığını da...
limen: kime, kimin
el-mulk: (bütün) mülk
el-yevm: bugün
yevme hum bârizûne lâ yahfâ 'alallâhi minhum şey
40:16 Ortaya çıktıkları gün, hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz
Söz konusu gün, elbette Kıyamet günü, yer de Haşr meydanı.
Saklanacak, korunacak hiçbir engeli olmayan dümdüz meydan.
Herkes ortaya çıkmış, bâriz, apaçık. Ameller ortaya dökülmüş,
bazısı boyunlarda asılı yük, bazısı ellerde ışık. Dünyada iken
gizlenebildiğini sandığımız herşey bâriz, apaçık, ortada.
Elbette hiçbir şey hiçbir zaman Allah'a gizli değil. Fakat bunun
farkında mıyız? O gün, gizlilik kalmadığının da görüleceği gün.
Müdhiş soru orada, o zaman soruluyor. Muhatab bütün halk.
Soran ve cevap veren ise Hâlık. Cemal tecellileri o gün ortada
yok, sadece Celal görünüyor. Kahreden sıfatlar.
limenil-mulkul-yevm, lillâhil-vâhidil-qahhâr
لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Bugün mülk kimin? Bir olan ve Kahreden Allah'ın Bir olan, yani Vâhid, zatında hiç ortaklığa, çokluğa yer yok,
parçaları da yok, parçacıkları da yok. Kahreden, yani Kahhâr,
bir ortağı olmak şöyle dursun, her şey O'nun kahrına mahkum.
Sorunun dehşetini dünyanın aldatıcı rahatlığında nasıl anlasak?
Anlatmak için "el-mulk" kelimesini biraz açalım.
Mülk kavramı için, kedi ve benzeri hayvanların kendi bölgelerini
işaretleyip (territory marking) başkalarının oraya girmesine izin
vermemesi iyi bir benzetme değil mi? Bu davranış insanlarda
duvar, dikenli tel, tapu gibi gözle görülür bir hale evrimleşmiş.
Son ucunda da devletlerin sınır, pasaport, polis uygulamaları.
Mesaj hep aynı: Burası benim mülküm, izinsiz girilmez.
Herşeyin bâriz olduğu gün, mülk kiminmiş herkes anlayacak.
O'nun mülkünde, O'nun izniyle, O'nun rızkıyla yaşandığını da...
14 Nisan 2006 Cuma
Sabrı tavsiye ederler
vassâ: tavsiye etti
evsâ: vasiyet etti
tevâsâ: (karşılıklı) tavsiye etti
tevâsav bis-sabr (Sabrı tavsiye ederler)
Sabır, nefsin iyi bir şey yapmak veya kötülüklerden kaçınmak için acıya, meşakkate tahammül kuvvetidir.
Başlıca iki çeşit olarak düşünülür:
Birisi, elem ve külfete sabırdır ki bununla taat ve mücahedenin ve güzel amellerin meşakkatlerine katlanılarak yüksek himmet ve gayret sahiplerinin ulaştıkları başarılara erilir.
Birisi de lezzet ve şehevî isteklere karşı sabırdır ki, bununla da haramdan, yasaklardan ve hoş görünüp de sonu fena olan aldatıcı, tehlikeli, maddî veya manevî zarar verici şeylerin zararlarından sakınılır, korunulur.
Elmalılı Tefsiri
Kitabımızda sabır tavsiye eden ayetler pek çok. Her iki anlamda da sabretmek, müslümanlığın bir gereği olarak karşımıza çıkıyor. Sabır isteyen dualar öğretiliyor: "Üzerimize sabır yağdır" (2:250, 7:126)
Fakat iki ayet var ki, bunlardan farklı olarak, karşılıklı sabır tavsiye
etmeyi güzel ahlakın bir parçası olarak sunuyor.
Asr Suresi, asra (zaman, ikindi vakti, veya asr-ı saadet) kasem ile başlayıp insanın zarar ve ziyan içinde olduğunu hatırlatıyor.
Zarar ve ziyanda olmamanın tek istisnası varmış:
illellezîne âmenû ve'amilus-sâlihâti
103:3 Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler,
vetevâsav bil-haqqi vetevâsav bis-sabr
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabır tavsiye edenler başka.
İstiklal Marşının şairi bu sureye özel bir önem vermiş:
Hani, ashâb-ı kirâm ayrılalım derler iken,
Mutlakâ sûre-i vel-'asrı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh,
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât: işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana husrân artık.
Mehmed Akif, bu şiirde sabır kelimesi yerine sebat kullanarak,
sabrın ilk anlamını öne çıkartıyor.
Beled suresi de 'aqabe (zor geçit) kavramını aynı tavsiye ile anlatıyor:
Bir insanı hürriyete kavuşturmak veya açlık gününde doyurmak,
summe kâne minellezîne âmenû vetevâsav bis-sabri
90:17 ve sonra, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden
vetevâsav bil-merhame
ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.
Bu iki ayet, sabrı hatırlamaya ihtiyacımız olduğu gerçeğini vurguluyor. İnsanı başarıya ulaştıran yol sabır ve merhametten geçtiği gibi, isyana sürükleyebilecek herşeyin karşısına sabrın güçlü silahı ile çıkabiliriz. Çevremizdekiler unutsa da biz bu silahı ellerine tutuşturabilmeliyiz.
evsâ: vasiyet etti
tevâsâ: (karşılıklı) tavsiye etti
tevâsav bis-sabr (Sabrı tavsiye ederler)
تَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
Sabır, nefsin iyi bir şey yapmak veya kötülüklerden kaçınmak için acıya, meşakkate tahammül kuvvetidir.
Başlıca iki çeşit olarak düşünülür:
Birisi, elem ve külfete sabırdır ki bununla taat ve mücahedenin ve güzel amellerin meşakkatlerine katlanılarak yüksek himmet ve gayret sahiplerinin ulaştıkları başarılara erilir.
Birisi de lezzet ve şehevî isteklere karşı sabırdır ki, bununla da haramdan, yasaklardan ve hoş görünüp de sonu fena olan aldatıcı, tehlikeli, maddî veya manevî zarar verici şeylerin zararlarından sakınılır, korunulur.
Elmalılı Tefsiri
Kitabımızda sabır tavsiye eden ayetler pek çok. Her iki anlamda da sabretmek, müslümanlığın bir gereği olarak karşımıza çıkıyor. Sabır isteyen dualar öğretiliyor: "Üzerimize sabır yağdır" (2:250, 7:126)
Fakat iki ayet var ki, bunlardan farklı olarak, karşılıklı sabır tavsiye
etmeyi güzel ahlakın bir parçası olarak sunuyor.
Asr Suresi, asra (zaman, ikindi vakti, veya asr-ı saadet) kasem ile başlayıp insanın zarar ve ziyan içinde olduğunu hatırlatıyor.
Zarar ve ziyanda olmamanın tek istisnası varmış:
illellezîne âmenû ve'amilus-sâlihâti
103:3 Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler,
vetevâsav bil-haqqi vetevâsav bis-sabr
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabır tavsiye edenler başka.
İstiklal Marşının şairi bu sureye özel bir önem vermiş:
Hani, ashâb-ı kirâm ayrılalım derler iken,
Mutlakâ sûre-i vel-'asrı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh,
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât: işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana husrân artık.
Mehmed Akif, bu şiirde sabır kelimesi yerine sebat kullanarak,
sabrın ilk anlamını öne çıkartıyor.
Beled suresi de 'aqabe (zor geçit) kavramını aynı tavsiye ile anlatıyor:
Bir insanı hürriyete kavuşturmak veya açlık gününde doyurmak,
summe kâne minellezîne âmenû vetevâsav bis-sabri
90:17 ve sonra, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden
vetevâsav bil-merhame
ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.
Bu iki ayet, sabrı hatırlamaya ihtiyacımız olduğu gerçeğini vurguluyor. İnsanı başarıya ulaştıran yol sabır ve merhametten geçtiği gibi, isyana sürükleyebilecek herşeyin karşısına sabrın güçlü silahı ile çıkabiliriz. Çevremizdekiler unutsa da biz bu silahı ellerine tutuşturabilmeliyiz.
7 Nisan 2006 Cuma
Gökten indirdiğimiz su gibi
ke: gibi
mâ(in): su
enzele: indirdi, enzelnâ: indirdik
enzelnâhu: onu indirdik
min: -den (İng. from)
semâ: gök
kemâin enzelnâhu mines-semâ (Gökten indirdiğimiz su gibi)
Yunus suresindeki uzunca bir ayette şu benzetme var: Gökten indirilen su ile yetişen canlılar, süslenen bahçeler, ve bir anda hepsinin yok oluşu, sanki hiç var olmamış gibi... Dünya hayatının geçiciliği bu suyun sebep olduğu güzelliklere benzetilmiş.
10:24 Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, gece veya gündüz buyruğumuz o yere gelmiş ve orayı hiçbir şey bitirmemişe çevirmişiz; bir gün önce bir şey yokmuş gibi. Düşünen millet için ayetleri böylece uzun açıklıyoruz.
Aynı benzetme Kehf suresinde bir daha kullanılmış:
vadrib lehum meselel-hayâtid-dunyâ
18:45 Onlara dünya hayatının misalini anlat
kemâin enzelnâhu mines-semâ
Gökten indirdiğimiz su gibi
fahtalata bihî nebâtul-ard
Onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karışır
feasbaha heşîmen tezrûhur-riyâh
Rüzgarın savurduğu çöp kırıntısına döner
vekânallâhu 'alâ kulli şey-in muqtedirâ
Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahiptir
Ref: Rüzgarın Savurduğu
mâ(in): su
enzele: indirdi, enzelnâ: indirdik
enzelnâhu: onu indirdik
min: -den (İng. from)
semâ: gök
kemâin enzelnâhu mines-semâ (Gökten indirdiğimiz su gibi)
كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء
Yunus suresindeki uzunca bir ayette şu benzetme var: Gökten indirilen su ile yetişen canlılar, süslenen bahçeler, ve bir anda hepsinin yok oluşu, sanki hiç var olmamış gibi... Dünya hayatının geçiciliği bu suyun sebep olduğu güzelliklere benzetilmiş.
10:24 Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır. Yeryüzünün süslenip bezendiği ve yerin sahiplerinin bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, gece veya gündüz buyruğumuz o yere gelmiş ve orayı hiçbir şey bitirmemişe çevirmişiz; bir gün önce bir şey yokmuş gibi. Düşünen millet için ayetleri böylece uzun açıklıyoruz.
Aynı benzetme Kehf suresinde bir daha kullanılmış:
vadrib lehum meselel-hayâtid-dunyâ
18:45 Onlara dünya hayatının misalini anlat
kemâin enzelnâhu mines-semâ
Gökten indirdiğimiz su gibi
fahtalata bihî nebâtul-ard
Onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karışır
feasbaha heşîmen tezrûhur-riyâh
Rüzgarın savurduğu çöp kırıntısına döner
vekânallâhu 'alâ kulli şey-in muqtedirâ
Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahiptir
Ref: Rüzgarın Savurduğu
31 Mart 2006 Cuma
Kim Allah'a itaat ederse
men: kim
yuti'i: itaat eder
vemen yuti'illâhe (kim Allah'a itaat ederse)
4:69 Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.
Zaman zaman Peygamber Efendimiz'in zamanında ve yanında yaşamış olmayı, kendisini görmüş ve hizmet etmiş olmayı düşünürüz. İşte bu âyet bize bir müjdedir, sadece Peygamber Efendimiz ile değil, tüm peygamber ve sıddıklarla ve şehidlerle birlikte olmanın yolunu gösteriyor. Kur-an'da itaat kelimesini aradığımızda, çoğu yerde Allah'a ve Peygamber'e itaat şeklinde geçtiğini görüyoruz.
Bu ifade dört ayette daha kullanılmış, itaatin sonucunu anlatıyor:
yudhilhu cennâtin
4:13 cennetlere koyar
humul-fâizûn
24:52 işte onlar kurtulanlardır
feqad fâze fevzen 'azîmâ
33:71 büyük bir kurtuluşa ermiş olur
yudhilhu cennâtin
48:17 cennetlere koyar
vemen ya'sillâhe (kim Allah'a isyan ederse)
İtaatin zıddı isyandır. Bu ayetlerin yakınında isyan da söz konusu edilmiş, onun sonuçları benzer kelimelerle anlatılmış:
yudhilhu nâren
4:14 ateşe koyar
feqad dalle dalâlen mubînâ
33:36 apaçık bir şekilde sapmış olur
feinne lehû nâre cehennem
72:23 işte cehennem ateşi onundur
yuti'i: itaat eder
vemen yuti'illâhe (kim Allah'a itaat ederse)
وَمَن يُطِعِ اللّهَ
İtaat, emredileni yapmaktır. Meleklerin ve diğer yaratıkların düşünmeden itaatleri ile insanın şuurlu itaatini kıyaslamak gerekir.4:69 Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.
Zaman zaman Peygamber Efendimiz'in zamanında ve yanında yaşamış olmayı, kendisini görmüş ve hizmet etmiş olmayı düşünürüz. İşte bu âyet bize bir müjdedir, sadece Peygamber Efendimiz ile değil, tüm peygamber ve sıddıklarla ve şehidlerle birlikte olmanın yolunu gösteriyor. Kur-an'da itaat kelimesini aradığımızda, çoğu yerde Allah'a ve Peygamber'e itaat şeklinde geçtiğini görüyoruz.
Bu ifade dört ayette daha kullanılmış, itaatin sonucunu anlatıyor:
yudhilhu cennâtin
4:13 cennetlere koyar
humul-fâizûn
24:52 işte onlar kurtulanlardır
feqad fâze fevzen 'azîmâ
33:71 büyük bir kurtuluşa ermiş olur
yudhilhu cennâtin
48:17 cennetlere koyar
vemen ya'sillâhe (kim Allah'a isyan ederse)
İtaatin zıddı isyandır. Bu ayetlerin yakınında isyan da söz konusu edilmiş, onun sonuçları benzer kelimelerle anlatılmış:
yudhilhu nâren
4:14 ateşe koyar
feqad dalle dalâlen mubînâ
33:36 apaçık bir şekilde sapmış olur
feinne lehû nâre cehennem
72:23 işte cehennem ateşi onundur
24 Mart 2006 Cuma
Sağlam kulpa tutunmuştur
qad: (tekidli geçmiş zaman)
istemseke: tutundu
'urve: kulp
vusqâ: sağlam
el-'urvetul-vusqâ: sağlam kulp
feqadi-stemseke bil-'urvetil-vusqâ (sağlam kulpa tutunmuştur)
2:256 Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa tutunmuştur ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.
Hiçbir zaman kopmayacak sağlam kulp imandır, islamdır, iyiliktir. Benzeri bir metafor olan "Allah'ın ipi" de (3:103) elbette Kuran'dır.
31:22 Kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah'a varır.
Bu ayette vurgulanan iki nokta:
1) İyilik yapmak yetmez, Allah'a yönelmek, teslim olmak lâzım.
2) Allah'a yönelmek, teslim olmak yetmez; iyilik yapmak lâzım.
İman, islam, iyilik... Hiçbiri tek başına yetmiyor, hepsi birden gerekiyor.
istemseke: tutundu
'urve: kulp
vusqâ: sağlam
el-'urvetul-vusqâ: sağlam kulp
feqadi-stemseke bil-'urvetil-vusqâ (sağlam kulpa tutunmuştur)
فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى
Tutunmak, hayatı sürdürmek yolunda her canlının temel içgüdülerinden biri. Düşmemek için tutunuruz, bir yere ulaşmak için tutunuruz, destek almak için tutunuruz. Tutunmak için de sağlam bir kulp bulmak gerekir.2:256 Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa tutunmuştur ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.
Hiçbir zaman kopmayacak sağlam kulp imandır, islamdır, iyiliktir. Benzeri bir metafor olan "Allah'ın ipi" de (3:103) elbette Kuran'dır.
31:22 Kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah'a varır.
Bu ayette vurgulanan iki nokta:
1) İyilik yapmak yetmez, Allah'a yönelmek, teslim olmak lâzım.
2) Allah'a yönelmek, teslim olmak yetmez; iyilik yapmak lâzım.
İman, islam, iyilik... Hiçbiri tek başına yetmiyor, hepsi birden gerekiyor.
20 Mart 2006 Pazartesi
Allah'ın eli - Allah'ın yüzü
yed: el
vech: yüz
İnsan organlarından yalnız ikisi Allah'a izafe ediliyor. Asla teşbih (benzetme), tecsim (cisimlendirme) ve teşhis (şahıslandırma) yapmaksızın, bu kelimelerin Kitab'ımızda nasıl parıldadığına bakalım.
yedullâh (Allah'ın eli)
3:73... qul innel-fadle biyedillâhi yu-tîhi men yeşâ
De ki: "Lutuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir.
Allah lutfu ve ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir."
Bir büyüğe biat ederken, ahitleşirken de eller kullanılır:
48:10 Sana biat edenler, Allah'a biat etmiş olurlar.
yedullâhi fevqa eydîhim
Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. (Hudeybiye)
O halde kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur.
Kim Allah'ın ahdine uyarsa ona büyük bir ödül ihsan edecektir.
vechullâh (Allah'ın yüzü)
2:115 Doğu da, batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah, rahmet ve nimeti geniş olandır ve O her şeyi bilir.
Onlar verirken de ötelerde umdukları vechullâh için verirler:
76:8 İçleri çektiği halde, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
76:9 innemâ nut'imukum livechillâh
"Doğrusu biz sizi, sadece Allah'ın yüzü için doyuruyoruz;
sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz."
vech: yüz
İnsan organlarından yalnız ikisi Allah'a izafe ediliyor. Asla teşbih (benzetme), tecsim (cisimlendirme) ve teşhis (şahıslandırma) yapmaksızın, bu kelimelerin Kitab'ımızda nasıl parıldadığına bakalım.
yedullâh (Allah'ın eli)
يَدُ اللَّهِ
Allah'ın eli, O'nun kudretidir, verme gücüdür. Nasıl ki, biz verirken ellerimizi kullanırız, Allah verirken yedullâh söz konusu olur:3:73... qul innel-fadle biyedillâhi yu-tîhi men yeşâ
De ki: "Lutuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir.
Allah lutfu ve ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir."
Bir büyüğe biat ederken, ahitleşirken de eller kullanılır:
48:10 Sana biat edenler, Allah'a biat etmiş olurlar.
yedullâhi fevqa eydîhim
Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. (Hudeybiye)
O halde kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur.
Kim Allah'ın ahdine uyarsa ona büyük bir ödül ihsan edecektir.
vechullâh (Allah'ın yüzü)
وَجْهُ اللّهِ
Allah'ın yüzü O'nun rızasıdır, hoşnutluğudur. İnançlı kişiler, dünya hayatında bu rızanın peşindedir, ona yönelmişlerdir: 2:115 Doğu da, batı da Allah'ındır. Hangi tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah, rahmet ve nimeti geniş olandır ve O her şeyi bilir.
Onlar verirken de ötelerde umdukları vechullâh için verirler:
76:8 İçleri çektiği halde, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
76:9 innemâ nut'imukum livechillâh
"Doğrusu biz sizi, sadece Allah'ın yüzü için doyuruyoruz;
sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz."
17 Mart 2006 Cuma
Ona "ol" der ve olur
qâle: dedi, qul: de, yaqûlu: der
kâne: oldu, kun: ol, yekûnu: olur
lehû: ona
yaqûlu lehû kun feyekûn (Ona "ol" der ve olur)
36:82 Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece
izâ erâde şey-en en yaqûle lehû kun feyekûn
ona "ol" demektir ve olur.
Hz İsa'nın olağandışı, akla sığmayan doğumunda bu açıklama yapılmış:
19:35 Allah çocuk edinmekten uzaktır, subhânehû
izâ qadâ emren feinnemâ yaqûlu lehû kun feyekûn
Bir işin olmasına hükmederse ona "ol" der ve olur.
3:59 Şüphesiz Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi ve oldu.
Bir otomobil düşünün, herşeyi tam. Ama çalışmıyor. Çalışması için bir sebebe ihtiyacı var. Marşa basarız ve çalışır. Tüm çalışmayı tetikleyen ilk sebebi veririz. İlk etki olmadan, herşey mevcut olmasına rağmen kendi kendine çalışmaz. Çünkü maddi alemde sebeplere ihtiyaç vardır. O'nun katında -zamandan ve mekandan bağımsız- tabii ki ne bir sebebe ne de bir sonuca gerek vardır.
İmtihan dünyasındayız ya, herşey bir sebep-sonuç ilişkisi içinde sunulmuş ama her sebebi veren de her sonucun olmasını sağlayan da yine yüce Allah'tır. Biz tüm sebepleri bir araya getirsek, ve tetikleyici tüm hamleleri yapsak da Cenab-ı Hak istemeden sonuç ortaya çıkmaz. Allah nazarında sebepler sonuç için yeterli olmadığına göre, sebepler sonuç için önşart da olamaz
Diğer ayetler: 2:117, 3:47, 6:73, 16:40, 40:68
kâne: oldu, kun: ol, yekûnu: olur
lehû: ona
yaqûlu lehû kun feyekûn (Ona "ol" der ve olur)
يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Allah'ın kudretinde acz olmadığı için küçük büyük ne varsa Allah aynı kolaylıkla yaratır. Allah için çiçeği yaratmakla, baharı veya cenneti yaratmak arasinda bir fark yoktur. Hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur, "ol" der ve oluverir. Yasin suresi bu haberle son buluyor.36:82 Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece
izâ erâde şey-en en yaqûle lehû kun feyekûn
ona "ol" demektir ve olur.
Hz İsa'nın olağandışı, akla sığmayan doğumunda bu açıklama yapılmış:
19:35 Allah çocuk edinmekten uzaktır, subhânehû
izâ qadâ emren feinnemâ yaqûlu lehû kun feyekûn
Bir işin olmasına hükmederse ona "ol" der ve olur.
3:59 Şüphesiz Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi ve oldu.
Sözle nasıl "olunur"?
Allah birşeyin olmasını dilediğinde, "ol" demesi yeterlidir. Yani O herşeye kâdirdir, başka bir sebebe, etkiye, zamana, maddeye, ihtiyacı yoktur. "ol" demesi külli iradesinin tecellisidir. İmtihan gereği, mucizeler dışındaki herşey bu maddi alemde sebeplere bağlanmıştır. Ama, sebeplere ihtiyaç yoktur, onlar ancak imtihan aracıdır.Bir otomobil düşünün, herşeyi tam. Ama çalışmıyor. Çalışması için bir sebebe ihtiyacı var. Marşa basarız ve çalışır. Tüm çalışmayı tetikleyen ilk sebebi veririz. İlk etki olmadan, herşey mevcut olmasına rağmen kendi kendine çalışmaz. Çünkü maddi alemde sebeplere ihtiyaç vardır. O'nun katında -zamandan ve mekandan bağımsız- tabii ki ne bir sebebe ne de bir sonuca gerek vardır.
İmtihan dünyasındayız ya, herşey bir sebep-sonuç ilişkisi içinde sunulmuş ama her sebebi veren de her sonucun olmasını sağlayan da yine yüce Allah'tır. Biz tüm sebepleri bir araya getirsek, ve tetikleyici tüm hamleleri yapsak da Cenab-ı Hak istemeden sonuç ortaya çıkmaz. Allah nazarında sebepler sonuç için yeterli olmadığına göre, sebepler sonuç için önşart da olamaz
Diğer ayetler: 2:117, 3:47, 6:73, 16:40, 40:68
13 Mart 2006 Pazartesi
Hesabı hızlıdır
sere'a: hızlı oldu
serî'u: hızlı
hasebe: hesapladı
hisâb: hesap
serî'ul-hisâb (hesabı hızlıdır)
Bu söz Kuran'da sekiz yerde geçiyor:
2:202, 3:19, 3:199, 5:4, 13:41, 14:51, 24:39, 40:17
Bunların ilkine ve sonuncusuna yakından bakalım.
Hacc ibadetini yerine getirenlerin, her namazda tekrarladığımız duası:
2:201 Onlardan, "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru" diyenler de vardır.
2:202 İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.
Dikkatimizi çeken nokta, dünya için dua etmeye teşvik ediliyoruz, ancak sadece ahiret ile birlikte. Önceki âyette (2:200) sadece dünya nimetleri için dua edenler zikrediliyor ve kınanıyor. Ama sadece ahiret için dua edenlerden hiç bahsedilmiyor. Bilakis, dualarda dünya ve ahiret nimetleri birlikte vurgulanmış.
Hesabın çabuk görülmesi, bilgisayarların icadına kadar pek önemli görülmezdi. Bu aletleri programlamakla meşgul olanlar, "çabuk hesabın" ne olduğunu daha iyi takdir ederler. Milyon kere milyon ömrün hesabı birarada, ama birbirinden bağımsız olarak yapılacak ve en kısa zamanda herbir ferdin karnesi verilecek.
Son ayet, hesap gününün dehşetini ve adaletini haber veriyor:
40:16 Ortaya çıktıkları gün, hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz
Bugün mülk kimin? Bir olan ve Kahreden Allah'ın
el-yevme tuczevne kullu nefsin bimâ kesebet
40:17 Bugün herkese, kazandığının karşılığı verilir.
lâ zulmel-yevm, innallâhe serî'ul-hisâb
Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.
serî'u: hızlı
hasebe: hesapladı
hisâb: hesap
serî'ul-hisâb (hesabı hızlıdır)
سَرِيعُ الْحِسَابِ
Bu söz Kuran'da sekiz yerde geçiyor:
2:202, 3:19, 3:199, 5:4, 13:41, 14:51, 24:39, 40:17
Bunların ilkine ve sonuncusuna yakından bakalım.
Hacc ibadetini yerine getirenlerin, her namazda tekrarladığımız duası:
2:201 Onlardan, "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru" diyenler de vardır.
2:202 İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.
Dikkatimizi çeken nokta, dünya için dua etmeye teşvik ediliyoruz, ancak sadece ahiret ile birlikte. Önceki âyette (2:200) sadece dünya nimetleri için dua edenler zikrediliyor ve kınanıyor. Ama sadece ahiret için dua edenlerden hiç bahsedilmiyor. Bilakis, dualarda dünya ve ahiret nimetleri birlikte vurgulanmış.
Hesabın çabuk görülmesi, bilgisayarların icadına kadar pek önemli görülmezdi. Bu aletleri programlamakla meşgul olanlar, "çabuk hesabın" ne olduğunu daha iyi takdir ederler. Milyon kere milyon ömrün hesabı birarada, ama birbirinden bağımsız olarak yapılacak ve en kısa zamanda herbir ferdin karnesi verilecek.
Son ayet, hesap gününün dehşetini ve adaletini haber veriyor:
40:16 Ortaya çıktıkları gün, hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz
Bugün mülk kimin? Bir olan ve Kahreden Allah'ın
el-yevme tuczevne kullu nefsin bimâ kesebet
40:17 Bugün herkese, kazandığının karşılığı verilir.
lâ zulmel-yevm, innallâhe serî'ul-hisâb
Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.
10 Mart 2006 Cuma
Emredileni yaparlar
fa'ale: yaptı
yef'alu: yapar
yef'alûn: yaparlar
mâ: ne (zamir olarak)
emere: emretti
yu-merûn: emredilirler
yef'alûne mâ yu-merûn (emredileni yaparlar)
16:48 Allah'ın yarattığı şeyleri görmediler mi, gölgeleri boyun eğerek Allah'a secde halinde sağda ve solda yer değiştirir.
16:49 Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, yalnız Allah'a secde eder ve onlar asla büyüklenmezler. [secde ayeti]
16:50 Onlar, üstlerinde olan Rablerinden korkarlar ve kendilerine emredileni yaparlar.
Allah'ın mülkünde olup, yine O'nun bahşettiği kuvvet ve yeteneklerle emredileni yapmamak, O'nun istemediği istikamette gitmeyi istememek, bir tek cüz'i irade sahibi insan için mümkün. Bu özelliği Allah Teâlâ en güzel yaratışla yarattığı insana bahşetmiş ve imtihanın sırrını tam da buraya koymuş.
yâ eyyuhellezîne âmenû qû enfusekum veehlîkum nâren
66:6. Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun
vaqûduhen-nâsu vel-hicâretu 'aleyhâ melâikutun
yakıtı insanlar ve taşlardır, görevlileri meleklerdir
gilâzun şidâdun lâ ya'sûnallâhe mâ emerehum
haşin ve şiddetli (melekler), Allah'a isyan etmezler,
veyef'alûne mâ yu-merûn
kendilerine emredileni yaparlar.
Melekler gibi olamasak da, "Ey babacığım, sana emredileni yap" diyen çocuk kadar sabırlı ve itaatkâr olamaz mıyız?
yef'alu: yapar
yef'alûn: yaparlar
mâ: ne (zamir olarak)
emere: emretti
yu-merûn: emredilirler
yef'alûne mâ yu-merûn (emredileni yaparlar)
يَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
Kendilerine emredileni yapanlar bütün canlılar ve meleklerdir.16:48 Allah'ın yarattığı şeyleri görmediler mi, gölgeleri boyun eğerek Allah'a secde halinde sağda ve solda yer değiştirir.
16:49 Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, yalnız Allah'a secde eder ve onlar asla büyüklenmezler. [secde ayeti]
16:50 Onlar, üstlerinde olan Rablerinden korkarlar ve kendilerine emredileni yaparlar.
Allah'ın mülkünde olup, yine O'nun bahşettiği kuvvet ve yeteneklerle emredileni yapmamak, O'nun istemediği istikamette gitmeyi istememek, bir tek cüz'i irade sahibi insan için mümkün. Bu özelliği Allah Teâlâ en güzel yaratışla yarattığı insana bahşetmiş ve imtihanın sırrını tam da buraya koymuş.
yâ eyyuhellezîne âmenû qû enfusekum veehlîkum nâren
66:6. Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun
vaqûduhen-nâsu vel-hicâretu 'aleyhâ melâikutun
yakıtı insanlar ve taşlardır, görevlileri meleklerdir
gilâzun şidâdun lâ ya'sûnallâhe mâ emerehum
haşin ve şiddetli (melekler), Allah'a isyan etmezler,
veyef'alûne mâ yu-merûn
kendilerine emredileni yaparlar.
Melekler gibi olamasak da, "Ey babacığım, sana emredileni yap" diyen çocuk kadar sabırlı ve itaatkâr olamaz mıyız?
6 Mart 2006 Pazartesi
erhamur-râhimîn
rahime: acıdı, merhamet etti
rahme: acımak, rahmet
râhim: acıyan, merhametli
râhimîn: acıyanlar
rahîm: çok acıyan
erham: en çok acıyan
erhamur-râhimîn (merhametlilerin en merhametlisi)
Allah Teâlâ, ki Zâtına rahmeti yazdığını buyuruyor, biz kullarına da sonsuz merhametinden bir cüz bağışlamış. Hatta O'nun bağışladığı merhametten eserler sırf kullarla da sınırlı değil. Yeri gelir, bir küçücük kuşun bile, yavrusuna gösterdiği merhamet dillere destan olur. Belki canlı-cansız şu dünyada varolan ve kendisini istifademize sunmuş her yaratılmışın ikramı da bu merhamet cümlesindendir. Sonuçta, güneş dünyayı aydınlatırken, iyi-kötü seçmiyor ki... Kendisine sırtını dönmedikçe, yeryüzü üzerinde ne varsa, ayırdetmeden aydınlatıyor.
Ama hep sınırlıyız işte... İnsanoğluyuz. Buna merhamet gösteriyoruz, şuna değil. Bugün merhametli davranıyoruz, yarın değil. Sabrımız az, aklımız yetersiz, imtihanımız zor. Ama işte sonsuz merhametin yollarını da merhamet bildiğimiz örneklerden buluyoruz. Elimizden başka ne gelir? O'nun merhametinden ve sevgisinden başka bir sığınak yok.
Kerîm Kitab'ımızda "erhamur-râhimîn" ifadesi dört kez geçiyor. Hepsi de hayatlarıyla bizlere örnek olan enbiyanın dilinden, onlardan dersler ile: Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa ve Hz. Eyyub'un dualarında... Selam üzerlerine olsun.
Yakub Aleyhisselam, Yusuf'u kaybeden oğullarına tam da bunu hatırlatır işte... Hani o oğullar ki, Bünyamin'i de binbir ricalarla alıp gitmek isterler, hiç tanıyamadıkları Yusuf'un ülkesine:
12:64 "Daha önce bunun kardeşini (Yûsuf'u) size güvendiğim gibi, bunu da mı size emanet edeyim?" dedi.
vallâhu hayrun hâfizâ, vehuve erhamur-râhimîn
"En iyi koruyucu Allah'tır. O, merhametlilerin en merhametlisidir."
Kıssaların en güzeli devam eder. Ağabeyler, Bünyamin'i türlü yeminlerle götürürler ama onu da enteresan bir şekilde kaybedip, babalarının yanına dönerler. Babaları bir tek "Ah, Yusuf'um!" der. Ardından onların Yusuf'un ülkesine geri dönmeleri ve gerçeklerin açığa çıkması uzun sürmez.
Hatalarını anlamış kardeşlere Yusuf yine merhamet kaynağını işaret eder:
12:92 "Bugün size, (yaptığınızdan dolayı) hiç bir kınama yok" dedi.
yagfirullâhu lekum, vehuve erhamur-râhimîn
"Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir."
Allah Teâlâ vahyini Hz. Musa'ya ulaştırmak üzere kırk gün onu kavminden ayırıyor. Bu sürenin sonunda Musa Peygamber, levhalarla birlikte İsraoğullarının yanına dönüyor, bir de ne görsün: Kavmi o arada altından bir buzağı yapmış ona tapınmaya kalkmış. Öfke ve üzüntüyle hem İsrailoğullarına, hem de buna ses çıkaramayan kardeşine kızıyor. Araf suresinden öğreniyoruz ki, Harun, "Ey anamın oğlu!" diyor, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma."
Hz. Musa, orada Allah'a sığınıyor:
7:151 Musa dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine al, merhametlilerin en merhametlisi Sen'sin."
Aynı yönelişi bir de sabır kahramanı Hz. Eyyub'un dilinden öğreniyoruz:
21:83 Eyyub da Rabbine nida etmişti:
ennî messeniyed-durru veente erhamur-râhimîn
"Başıma bir dert geldi, merhametlilerin merhametlisi Sen'sin."
Yüce Kitabımız bundan daha güzel bir hitabı da şöyle öğretiyor:
23:118 ve qul rabbi-gfir verham veente hayrur-râhimîn
De ki: "Rabbim, bağışla, merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin."
rahme: acımak, rahmet
râhim: acıyan, merhametli
râhimîn: acıyanlar
rahîm: çok acıyan
erham: en çok acıyan
erhamur-râhimîn (merhametlilerin en merhametlisi)
أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Allah Teâlâ, ki Zâtına rahmeti yazdığını buyuruyor, biz kullarına da sonsuz merhametinden bir cüz bağışlamış. Hatta O'nun bağışladığı merhametten eserler sırf kullarla da sınırlı değil. Yeri gelir, bir küçücük kuşun bile, yavrusuna gösterdiği merhamet dillere destan olur. Belki canlı-cansız şu dünyada varolan ve kendisini istifademize sunmuş her yaratılmışın ikramı da bu merhamet cümlesindendir. Sonuçta, güneş dünyayı aydınlatırken, iyi-kötü seçmiyor ki... Kendisine sırtını dönmedikçe, yeryüzü üzerinde ne varsa, ayırdetmeden aydınlatıyor.
Ama hep sınırlıyız işte... İnsanoğluyuz. Buna merhamet gösteriyoruz, şuna değil. Bugün merhametli davranıyoruz, yarın değil. Sabrımız az, aklımız yetersiz, imtihanımız zor. Ama işte sonsuz merhametin yollarını da merhamet bildiğimiz örneklerden buluyoruz. Elimizden başka ne gelir? O'nun merhametinden ve sevgisinden başka bir sığınak yok.
Kerîm Kitab'ımızda "erhamur-râhimîn" ifadesi dört kez geçiyor. Hepsi de hayatlarıyla bizlere örnek olan enbiyanın dilinden, onlardan dersler ile: Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa ve Hz. Eyyub'un dualarında... Selam üzerlerine olsun.
Yakub Aleyhisselam, Yusuf'u kaybeden oğullarına tam da bunu hatırlatır işte... Hani o oğullar ki, Bünyamin'i de binbir ricalarla alıp gitmek isterler, hiç tanıyamadıkları Yusuf'un ülkesine:
12:64 "Daha önce bunun kardeşini (Yûsuf'u) size güvendiğim gibi, bunu da mı size emanet edeyim?" dedi.
vallâhu hayrun hâfizâ, vehuve erhamur-râhimîn
"En iyi koruyucu Allah'tır. O, merhametlilerin en merhametlisidir."
Kıssaların en güzeli devam eder. Ağabeyler, Bünyamin'i türlü yeminlerle götürürler ama onu da enteresan bir şekilde kaybedip, babalarının yanına dönerler. Babaları bir tek "Ah, Yusuf'um!" der. Ardından onların Yusuf'un ülkesine geri dönmeleri ve gerçeklerin açığa çıkması uzun sürmez.
Hatalarını anlamış kardeşlere Yusuf yine merhamet kaynağını işaret eder:
12:92 "Bugün size, (yaptığınızdan dolayı) hiç bir kınama yok" dedi.
yagfirullâhu lekum, vehuve erhamur-râhimîn
"Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir."
Allah Teâlâ vahyini Hz. Musa'ya ulaştırmak üzere kırk gün onu kavminden ayırıyor. Bu sürenin sonunda Musa Peygamber, levhalarla birlikte İsraoğullarının yanına dönüyor, bir de ne görsün: Kavmi o arada altından bir buzağı yapmış ona tapınmaya kalkmış. Öfke ve üzüntüyle hem İsrailoğullarına, hem de buna ses çıkaramayan kardeşine kızıyor. Araf suresinden öğreniyoruz ki, Harun, "Ey anamın oğlu!" diyor, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma."
Hz. Musa, orada Allah'a sığınıyor:
7:151 Musa dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine al, merhametlilerin en merhametlisi Sen'sin."
Aynı yönelişi bir de sabır kahramanı Hz. Eyyub'un dilinden öğreniyoruz:
21:83 Eyyub da Rabbine nida etmişti:
ennî messeniyed-durru veente erhamur-râhimîn
"Başıma bir dert geldi, merhametlilerin merhametlisi Sen'sin."
Yüce Kitabımız bundan daha güzel bir hitabı da şöyle öğretiyor:
23:118 ve qul rabbi-gfir verham veente hayrur-râhimîn
De ki: "Rabbim, bağışla, merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin."
3 Mart 2006 Cuma
Allah'a dayandım
vekele: vekil olmak
vekkele: vekil yapmak
yetevekkele: dayanmak, güvenmek
tevekkeltu: dayandım
tevekkelnâ: dayandık
'alâ: -e, -de (İng. on)
'alallâh: Allah'a
tevekkeltu 'alallâh (Allah'a dayandım)
Âd kavmini şirkten tevhide çağıran Hud (AS)'ın dilinden söyleniyor bu cümleler:
11:56. "Şüphesiz ben; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Hiç bir canlı yoktur ki O, onun alnından tutmuş (onu hükmü ve denetimine almış) olmasın. Şüphesiz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir."
Hud (AS) insanları tevhide ve Allah'a kulluğa davet ediyor. Tevhid mühim bir kavram. Allah'ın tek ilah olduğunu insan kalbiyle tasdik etmeli ki, imanın özünü bulsun. Varoluşunun gereğini yerine getirebilsin.
O günkü inkârcı kavimlerin içinden, Allah'ın elçisinin sözlerine karşılık mucizeler isteyenler çıkıyor, o kıymetli nebiyi aşağılayanlar oluyor. Onlara karşı Hud (AS)'ın yaptığı tek şey var: Tebliğ vazifesini yerine getirip, O'na dayanmak.
Bir diğer ayette, aynı anlam şöyle veriliyor:
10:71. Onlara Nûh'un haberini oku. Hani o kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam ve Allah'ın ayetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (bilin ki) ben ancak Allah'a güvenip dayandım. Haydi siz ortaklarınızla birlikte (bana yapacağınız) işiniz hakkında ittifak edip karar verin! Sonra yapacağınız işiniz, size bir tasa olmasın. Sonra (o hükmünüzü) bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."
Yine ufak farklılıklarla çok benzer ifadeler 11:88'de Şuayb (AS)'ın, 9:129'da Rasulullah (salât ve selam ona) dilinden bizlere dua olarak öğretiliyor. Hepsi nebilerin örnek hayatlarından örnek cümleler... Belki bu cümlelerin söylendiği anlar, en zor zamanlar... Kolaylıkta da, zorlukta da o örnek insanlar hiç sarsılmadan Allah'a dayandıklarını hissedip, söylüyorlar.
Enbiyanın hayatından, hayatlarımıza çıkacak ne çok dersler var.
tevekkelnâ 'alallâh (Allah'a dayandık)
10:85 Onlar da şöyle dediler: "Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!"
Burada Hz. Musa ve kavmi anlatılıyor. Bildiğimiz gibi Hz. Musa nın kavminden sadece cok ufak bir kısmı iman etmisti çünkü geri kalanları Firavundan korkuyorlardı. Oysaki Hz. Musa onları uyarmıstı korkmayın ve Allah a güvenin demişti, ama onlar korktular ve de iman etmediler. İman eden bir avuç insan ise Allah'a tevekkül ile dua ettiler.
7:88-9 Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb, onlara: "İstemezsek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen hüküm ver, Sen hükmedenlerin en hayırlısısın" dedi.
Dualarda Tevekkül
Bu sözü okur okumaz taaa çocukluk yıllarımda babaannemin bana ezberlettiği simdi ne zaman karanlıkta kalsam, ne zaman basım sıkıssa daralsam caresiz kalsam okudugum bir duayı hatırladım. Günde bazen onlarca defa yuzlerce defa okuyabildiğim bir dua benim için:
bismillâh, tevekkeltu 'alallâh,
lâ havle velâ quvvete illâ billâh
Evet, geleneği kutsallaştırmamak gerek, ama yeri geldiğinde ona müteşekkir olmasını da bilmeli. Ne güzel ki, babaanneler, anneanneler bir Kütüb-ü Sitte hadis-i şerifini sadece kendilerinin değil, torunlarının da hayatlarına başarıyla geçirmişler:
Hz. Enes (ra) anlatıyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:
Evinden çıkınca kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet ancak Allah'tandır" derse kendisine: "İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da" denir, ondan şeytan yüz çevirir.
[Tirmizî, Daavât 34, (3422); Ebû Dâvud, Edeb 112, (5095)]
Sonra oruç açarken okunan dua var:
allâhumme leke sumtu ve bike âmentu
Allahım, Senin için oruç tuttum, Sana inandım,
ve'aleyke tevekkeltu ve'alâ rizqike eftartu
Sana dayandım, Senin rızkınla iftar ettim.
... ve her gece okuduğumuz Kunut duası:
allâhumme innâ nesta'înuke venestagfiruke venestehdîke
Allahım, Senden yardım dileriz, Sana istiğfar ederiz, Senden hidayet isteriz
venu-minu bike venetûbu ileyke venetevekkelu 'aleyke
Sana iman ederiz, Sana tevbe ederiz, Sana dayanırız
vekkele: vekil yapmak
yetevekkele: dayanmak, güvenmek
tevekkeltu: dayandım
tevekkelnâ: dayandık
'alâ: -e, -de (İng. on)
'alallâh: Allah'a
tevekkeltu 'alallâh (Allah'a dayandım)
تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ
Âd kavmini şirkten tevhide çağıran Hud (AS)'ın dilinden söyleniyor bu cümleler:
11:56. "Şüphesiz ben; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Hiç bir canlı yoktur ki O, onun alnından tutmuş (onu hükmü ve denetimine almış) olmasın. Şüphesiz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir."
Hud (AS) insanları tevhide ve Allah'a kulluğa davet ediyor. Tevhid mühim bir kavram. Allah'ın tek ilah olduğunu insan kalbiyle tasdik etmeli ki, imanın özünü bulsun. Varoluşunun gereğini yerine getirebilsin.
O günkü inkârcı kavimlerin içinden, Allah'ın elçisinin sözlerine karşılık mucizeler isteyenler çıkıyor, o kıymetli nebiyi aşağılayanlar oluyor. Onlara karşı Hud (AS)'ın yaptığı tek şey var: Tebliğ vazifesini yerine getirip, O'na dayanmak.
Bir diğer ayette, aynı anlam şöyle veriliyor:
10:71. Onlara Nûh'un haberini oku. Hani o kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam ve Allah'ın ayetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (bilin ki) ben ancak Allah'a güvenip dayandım. Haydi siz ortaklarınızla birlikte (bana yapacağınız) işiniz hakkında ittifak edip karar verin! Sonra yapacağınız işiniz, size bir tasa olmasın. Sonra (o hükmünüzü) bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."
Yine ufak farklılıklarla çok benzer ifadeler 11:88'de Şuayb (AS)'ın, 9:129'da Rasulullah (salât ve selam ona) dilinden bizlere dua olarak öğretiliyor. Hepsi nebilerin örnek hayatlarından örnek cümleler... Belki bu cümlelerin söylendiği anlar, en zor zamanlar... Kolaylıkta da, zorlukta da o örnek insanlar hiç sarsılmadan Allah'a dayandıklarını hissedip, söylüyorlar.
Enbiyanın hayatından, hayatlarımıza çıkacak ne çok dersler var.
tevekkelnâ 'alallâh (Allah'a dayandık)
10:85 Onlar da şöyle dediler: "Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!"
Burada Hz. Musa ve kavmi anlatılıyor. Bildiğimiz gibi Hz. Musa nın kavminden sadece cok ufak bir kısmı iman etmisti çünkü geri kalanları Firavundan korkuyorlardı. Oysaki Hz. Musa onları uyarmıstı korkmayın ve Allah a güvenin demişti, ama onlar korktular ve de iman etmediler. İman eden bir avuç insan ise Allah'a tevekkül ile dua ettiler.
7:88-9 Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb, onlara: "İstemezsek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen hüküm ver, Sen hükmedenlerin en hayırlısısın" dedi.
Dualarda Tevekkül
Bu sözü okur okumaz taaa çocukluk yıllarımda babaannemin bana ezberlettiği simdi ne zaman karanlıkta kalsam, ne zaman basım sıkıssa daralsam caresiz kalsam okudugum bir duayı hatırladım. Günde bazen onlarca defa yuzlerce defa okuyabildiğim bir dua benim için:
bismillâh, tevekkeltu 'alallâh,
lâ havle velâ quvvete illâ billâh
Evet, geleneği kutsallaştırmamak gerek, ama yeri geldiğinde ona müteşekkir olmasını da bilmeli. Ne güzel ki, babaanneler, anneanneler bir Kütüb-ü Sitte hadis-i şerifini sadece kendilerinin değil, torunlarının da hayatlarına başarıyla geçirmişler:
Hz. Enes (ra) anlatıyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:
Evinden çıkınca kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet ancak Allah'tandır" derse kendisine: "İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da" denir, ondan şeytan yüz çevirir.
[Tirmizî, Daavât 34, (3422); Ebû Dâvud, Edeb 112, (5095)]
Sonra oruç açarken okunan dua var:
allâhumme leke sumtu ve bike âmentu
Allahım, Senin için oruç tuttum, Sana inandım,
ve'aleyke tevekkeltu ve'alâ rizqike eftartu
Sana dayandım, Senin rızkınla iftar ettim.
... ve her gece okuduğumuz Kunut duası:
allâhumme innâ nesta'înuke venestagfiruke venestehdîke
Allahım, Senden yardım dileriz, Sana istiğfar ederiz, Senden hidayet isteriz
venu-minu bike venetûbu ileyke venetevekkelu 'aleyke
Sana iman ederiz, Sana tevbe ederiz, Sana dayanırız
27 Şubat 2006 Pazartesi
Onu Biz koruruz
innâ: biz (vurgulu)
lehû: ona
hâfiz: koruyucu
lehâfizûn: koruyucular (vurgulu)
veinnâ lehû lehâfizûn (ve Onu Biz koruruz)
Kuran'ın korunmuşluğu tarihsel bir vaka: Dünyanın neresine giderseniz gidin, farklı bir kopyasını bulamazsınız. İnsanların yazdığı her metnin zaman içinde az çok değiştiğini biliyoruz. Bu metnin hiç değişmeden kalmış olması tek başına bir mucizedir, çünkü başka bir örneği yok.
Korunmanın diğer bir boyutu da, alelade görünüp içindeki kıymetlerin saklanması. Okyanuslarda değersiz, sıradan taşlar bulunur. İnci çıkaranlar onlara hiç değer vermez. Aradıkları, taşlaşmış istiridyelerdir, içlerinde pırıl pırıl inciler olan istiridyeler. Adi taşlardan görünüşte hiç farkları yoktur, ama erbabı onları bulup çıkarır. Eğitilmemiş gözlerden gizlenmiş, korunmuştur.
Bu anlam Vakıa suresinde meknûn kelimesi ile ifade edilmiş:
75. felâ uqsimu bimevâqi'in-nucûm
yıldızların yerlerine kasem olsun
76. veinnehû leqasemun lev ta'lemûne 'azîm
bu büyük bir kasemdir, bilseydiniz
77. innehû lequrânun kerîm
o kerim bir Kur'an'dır
78. fî kitâbin meknûn
korunmuş bir kitapta
(Ayetlerin iniş sebebi için bkz: Ayırıcı Soru)
Bu kelime aynı surede hem Kuran hem de inci için de kullanılmış. Benzetme çok açık: Alelade taşlar yerine sıradan sözleri düşünelim. İnci dolu sıradışı söz de Kuran oluyor; bakmayan gözlerden, dinlemeyen kulaklardan, düşünmeyen akıllardan korunmuştur.
lehû: ona
hâfiz: koruyucu
lehâfizûn: koruyucular (vurgulu)
veinnâ lehû lehâfizûn (ve Onu Biz koruruz)
وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
15:9 Şüphesiz o zikri Biz indirdik, onun koruyucusu da elbette Biziz Kuran'ın korunmuşluğu tarihsel bir vaka: Dünyanın neresine giderseniz gidin, farklı bir kopyasını bulamazsınız. İnsanların yazdığı her metnin zaman içinde az çok değiştiğini biliyoruz. Bu metnin hiç değişmeden kalmış olması tek başına bir mucizedir, çünkü başka bir örneği yok.
Korunmanın diğer bir boyutu da, alelade görünüp içindeki kıymetlerin saklanması. Okyanuslarda değersiz, sıradan taşlar bulunur. İnci çıkaranlar onlara hiç değer vermez. Aradıkları, taşlaşmış istiridyelerdir, içlerinde pırıl pırıl inciler olan istiridyeler. Adi taşlardan görünüşte hiç farkları yoktur, ama erbabı onları bulup çıkarır. Eğitilmemiş gözlerden gizlenmiş, korunmuştur.
Bu anlam Vakıa suresinde meknûn kelimesi ile ifade edilmiş:
75. felâ uqsimu bimevâqi'in-nucûm
yıldızların yerlerine kasem olsun
76. veinnehû leqasemun lev ta'lemûne 'azîm
bu büyük bir kasemdir, bilseydiniz
77. innehû lequrânun kerîm
o kerim bir Kur'an'dır
78. fî kitâbin meknûn
korunmuş bir kitapta
(Ayetlerin iniş sebebi için bkz: Ayırıcı Soru)
Bu kelime aynı surede hem Kuran hem de inci için de kullanılmış. Benzetme çok açık: Alelade taşlar yerine sıradan sözleri düşünelim. İnci dolu sıradışı söz de Kuran oluyor; bakmayan gözlerden, dinlemeyen kulaklardan, düşünmeyen akıllardan korunmuştur.
24 Şubat 2006 Cuma
inşâallâh
in: eğer
şâe: diledi
inşâallâh (Allah dilediyse)
Kitabımızdaki enbiyâ kıssalarında bunun birçok örneği var.
İşte İbrahim, oğluna rüyasını anlatıp fikrini soruyor, "ne dersin?"
dedi ki: "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap"
37:102 setecidunî in şâallâhu mines-sâbirîn
"Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin"
İşte torunu Yakub, uzun bir ayrılıktan sonra sevgili oğullarına kavuşuyor. Yusuf anasını, babasını, kardeşlerini bağrına basıp şöyle diyor:
12:99 udhulû misra in şâallâhu âminîn
Allah dilerse, güven içinde Mısır'a girin
İsrailoğulları Mısır'a böyle giriyor.
Sonraki üç ayet de onları Mısır'dan çıkartan nebinin hikayesinde.
Şuayb, hem damat hem yardımcı olarak anlaştığı Musa'ya diyor:
28:27 setecidunî in şâallâhu mines-sâlihîn
"Allah dilerse, salihlerden olduğumu göreceksin"
Aynı Musa, "kendisine ilim öğretilen kula" benzeri bir söz veriyor:
18:69 setecidunî in şâallâhu sâbirâ
"Allah dilerse, sabırlı olduğumu göreceksin"
Fakat, Musa bu sözünü tutamıyor, zaten o sınava kim dayanabilirdi ki...
İsrailoğulları Mısır'dan çıkmış, çölde hayat devam ediyor, sınav da:
2:70 "Rabbine bizim adımıza yalvar da, mahiyetini bize bildirsin, çünkü sığırlar, bizce, birbirine benzemektedir. Allah dilerse, biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz" dediler.
Ama gerçeği söylemiyorlardı, ipe un sermekti maksat. Bugünkü yaygın anlama ne kadar da yakın: "Biz istemiyoruz, ama Allah dilerse kerhen yaparız."
Uzun yıllar sonra, yenilgi sanılan bir anlaşma imzalanıyor. Hayret! Meğer en büyük zafer buymuş, Medine'ye dönüşte Fetih suresi müjdeyi veriyor:
48:27 letedhulunnel-mescidel-harâme in şâallâhu âminîn
Allah dilerse, güven içinde Mescidil-haram'a gireceksiniz
Bu ilâhi müjde bile Allah'ın dilemesine bağlanmış.
Kesinlikle olacak, ancak O'nun dilemesi ile.
Kehf suresindeki öğüt hiç aklımızdan çıkmasın:
18:23 Hiçbir şey için "Yarın bunu yapacağım" deme,
24 illâ ey-yeşâallâh
ancak Allah'ın dilemesi ile (de)
Ve bir de Mevlânâ'dan şu çok mânidar satırlar:
"Kibirlerinden inşâallâh (Allah isterse) demediler.
Allah da onlara insanların âcizliğini gösterdi.
İnşaallah'ı terk ettiklerini söylemekten maksadım, insanların yürek katılığına ve mağrurluğuna işarettir. Yoksa ârızî bir hâlet olan inşaallah sözünü unuttuklarını anlatmak değil."
(Mesnevî, 1. cilt 48 ve 49. beyitler)
Ne kadar da üstüne basa basa "esas olanın ancak niyet olduğunu" söylüyor.
şâe: diledi
inşâallâh (Allah dilediyse)
إِن شَاء اللَّهُ
Allah dilemeden hiçbir fikir gerçekleşemiyor, hiçbir hayal hakikat olamıyor.Kitabımızdaki enbiyâ kıssalarında bunun birçok örneği var.
İşte İbrahim, oğluna rüyasını anlatıp fikrini soruyor, "ne dersin?"
dedi ki: "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap"
37:102 setecidunî in şâallâhu mines-sâbirîn
"Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin"
İşte torunu Yakub, uzun bir ayrılıktan sonra sevgili oğullarına kavuşuyor. Yusuf anasını, babasını, kardeşlerini bağrına basıp şöyle diyor:
12:99 udhulû misra in şâallâhu âminîn
Allah dilerse, güven içinde Mısır'a girin
İsrailoğulları Mısır'a böyle giriyor.
Sonraki üç ayet de onları Mısır'dan çıkartan nebinin hikayesinde.
Şuayb, hem damat hem yardımcı olarak anlaştığı Musa'ya diyor:
28:27 setecidunî in şâallâhu mines-sâlihîn
"Allah dilerse, salihlerden olduğumu göreceksin"
Aynı Musa, "kendisine ilim öğretilen kula" benzeri bir söz veriyor:
18:69 setecidunî in şâallâhu sâbirâ
"Allah dilerse, sabırlı olduğumu göreceksin"
Fakat, Musa bu sözünü tutamıyor, zaten o sınava kim dayanabilirdi ki...
İsrailoğulları Mısır'dan çıkmış, çölde hayat devam ediyor, sınav da:
2:70 "Rabbine bizim adımıza yalvar da, mahiyetini bize bildirsin, çünkü sığırlar, bizce, birbirine benzemektedir. Allah dilerse, biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz" dediler.
Ama gerçeği söylemiyorlardı, ipe un sermekti maksat. Bugünkü yaygın anlama ne kadar da yakın: "Biz istemiyoruz, ama Allah dilerse kerhen yaparız."
Uzun yıllar sonra, yenilgi sanılan bir anlaşma imzalanıyor. Hayret! Meğer en büyük zafer buymuş, Medine'ye dönüşte Fetih suresi müjdeyi veriyor:
48:27 letedhulunnel-mescidel-harâme in şâallâhu âminîn
Allah dilerse, güven içinde Mescidil-haram'a gireceksiniz
Bu ilâhi müjde bile Allah'ın dilemesine bağlanmış.
Kesinlikle olacak, ancak O'nun dilemesi ile.
Kehf suresindeki öğüt hiç aklımızdan çıkmasın:
18:23 Hiçbir şey için "Yarın bunu yapacağım" deme,
24 illâ ey-yeşâallâh
ancak Allah'ın dilemesi ile (de)
Ve bir de Mevlânâ'dan şu çok mânidar satırlar:
"Kibirlerinden inşâallâh (Allah isterse) demediler.
Allah da onlara insanların âcizliğini gösterdi.
İnşaallah'ı terk ettiklerini söylemekten maksadım, insanların yürek katılığına ve mağrurluğuna işarettir. Yoksa ârızî bir hâlet olan inşaallah sözünü unuttuklarını anlatmak değil."
(Mesnevî, 1. cilt 48 ve 49. beyitler)
Ne kadar da üstüne basa basa "esas olanın ancak niyet olduğunu" söylüyor.
20 Şubat 2006 Pazartesi
Gaybı ve görüneni bilen
'alime: bilmek --> 'âlim: bilen
gayb: duyularla bilinmeyen
şehâde: şahit olunan
Beş duyumuz bize çevremizi tanıma, algılama imkanı sağlıyor. Ama herşey bizim görüp duyduklarımızdan ibaret değil. Onları bilen kim?
'âlimul-gaybi veş-şehâde (Gaybı ve görüneni bilen)
Bu söze tam on ayette raslıyoruz:
Allah Teâlâ, herşeyin mutlak Yaratıcısı, herşeyi mutlak Bilen. Kullarına da o bilgiden dilediği kadarını bildirmiş. Ya harflerin oluşturduğu kelimeleri vahyedip, bizlere Zât'ından, hesap gününden, ahiretten ve yaratılış amacımızdan haber vermiş. Ya da yarattığı herşeyi anlayana harfsiz birer kelime kılmış.
39:46 De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'ım! Kullarının üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerde, yalnız sen hüküm verirsin."
9:94 ... De ki: "Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız... Sonra hepiniz, gaybı da görüleni de Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek."
Bu ayet bana mı sesleniyordu acaba?... Benim ardı arkası kesilmez ve bir anda yuzlercesini sıralayabilecegim mazeretlerim olabildiğini... Asabiydim cunku mazeretim vardı, yorgundum cunku mazeretim vardı, hastaydım, uykusuzdum, dargındım, kırgındım, vardım yoktum hepsinin bir mazereti vardı.. "Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız." Biz ne yapmalıyız da gaybı da görülen âlemi de Bilene dondürüleceğimizi unutmamalıyız? Mazeretlerin bir bir sıralanacağı günün yarından daha yakın olabileceğini unutmamak icin...
62:8 De ki: "Kendisinden kaçtığınız ölüm var ya, kesinlikle sizi gelip bulacak, sonra gaybı da görüleni de Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek."
Mesnevî'den bir hikâye
Haftasonu Mesnevî'den enteresan bir hikâye çıktı karşıma. Hani öyle Mevlânâ Hz.'nden alışageldiğimiz tarzda kuvvetli tahkiyesi olan, heyecanlı hikâyelerinden biri değildi belki. İlk bakışta pek sâkin görünüyordu. Hikâye bu ya, Hz. Ömer'i Rum kayserinin elçisi ziyaret ediyor, birlikte konuşuyorlar. Hikâye baştan sonra sadece bir konuşma... Ama ne konuşma! Orda geçen sözler kalbime içten içe bir "âh" dedirtti.
Hikâyede elçi tâlipti. Sual ediyordu. Hz. Ömer ise ona yollar gösteriyordu. Tâlibin ilk suali kolaydı: "Bu can nasıl oldu da bu beden kafesine girdi?" Yol gösterici bunun cevabını pek güzel anlattı. İkinci sual daha derindi: "Bu duru cânın, bedene girmesinin ne hikmeti ola ki?" Gerçi sonunda o ikisine sual de kalmadı, cevap da. Hakikat önlerine açılıverdi.
İkinci suale Hz. Ömer'in dilinden Mevlânâ şöyle cevap veriyordu: Hani şu harfler, kelimeler, sözler nasıl insanın içindeki mânâyı kayıt altına alırken, aynı zamanda bir fayda da veriyor. Hatta insan gaybı ve görüneni bilemezken, "Fayda nedir, zarar nerdedir?"e cevapları aslında ona hep hicablıyken bile, sözünü bir fayda elde etmek için söylüyor.
"Fayda kendisinde zuhur eden Cenab-ı Hak, bizim gördüğümüzü nasıl görmez? Mânânın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.
Cüzilerin cüz'ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, külli bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen küll, neden faydasız olsun? Sen bir cüz iken fayda görüyorsun. O halde neden kınama elini külle uzatıyor, onu neden kınıyorsun?"
Mesnevî, I. Cilt 1520-1524. beyitler
İnsanı düşündüren bir suale, ürperten bir cevap! Hiç dönüp sorduk mu kendimize: "Ben ömrümü sürüyorum ya, acep benim yüce Yaratıcım benim varlığımla ne söylüyor? Ben hangi mânâya kalıp olmuşum? Ben hangi kelimeyim?"
İnsanın içine düşen o "eşyanın hakikatini bilme" derdi de, bu "gayb ve görünen" bilgisinin kuldaki izdüşümü olmalı. Gaybı ve görüneni bilen ancak O. Hatta önce gayb, sonra görünen. Boşuna öyle sıralanmasa gerek. Çünkü görünen belki de ancak görünmeyenlerin hayal perdesine düşmüş görüntüleri... Kimbilir? Hem sorsam bir içime: "Gördüm dediklerimi ne kadar bildim ki?"
Ama işte bazen eşyanın hakikatini bilme diye bir derdi oluyor insanın. Hakkı hak olarak bilip, ona tabii olmak, batılı batıl olarak bilip ondan ictinab etmek diliyor. Bakışlar seviye seviye... Anlayışlar katman katman... Kiminin ayırdına bile varamayacağı farklar, kimine uykuyu haram ediyor. Bu âlem ne, mevcudât neden? Ben kimim? Yaratıcımla bağım nasıl olmalı? Bu sorulara cevapta aklın ışığı pek az. Onun eli ancak duyularla sezilen ve onlardan mantıksal ilişkilerle çıkarılabilecek sonuçlara eriyor. Akıl ancak "nasıl" sorusunu -o da cirmi kadar- aydınlatıyor. "Kim", "ne", "ne zaman"ın cevapları zaten eline verilmeli. "Niçin"e ise hayali bile yetişmiyor.
Kendi sınırlarını sezenlerden bazıları ise hakikatin ne olduğuna dair izahları aramaya yılmadan devam ediyorlar. Neden arıyorlar, bilinmez. Belki hakikate ezelden sevdâlılardır, kimbilir. İstidlâlin bittiği yere, kalb-i selîmleriyle destek çıkıyorlar. İman ediyorlar. Elbette O dilemezse, kimseyi hakikate erdirecek bir yol yok. Hidâyet ancak O'ndan dilenir. Hakka ulaştıran ancak O'dur.
gayb: duyularla bilinmeyen
şehâde: şahit olunan
Beş duyumuz bize çevremizi tanıma, algılama imkanı sağlıyor. Ama herşey bizim görüp duyduklarımızdan ibaret değil. Onları bilen kim?
'âlimul-gaybi veş-şehâde (Gaybı ve görüneni bilen)
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ
Bu söze tam on ayette raslıyoruz:
Enam, 6:73 Tevbe, 9:94 Tevbe, 9:105 Rad, 13:9 Müminun, 23:92 | Secde, 32:6 Zumer, 39:46 Haşr, 59:22 Cuma, 62:8 Tegabun, 64:18 |
Allah Teâlâ, herşeyin mutlak Yaratıcısı, herşeyi mutlak Bilen. Kullarına da o bilgiden dilediği kadarını bildirmiş. Ya harflerin oluşturduğu kelimeleri vahyedip, bizlere Zât'ından, hesap gününden, ahiretten ve yaratılış amacımızdan haber vermiş. Ya da yarattığı herşeyi anlayana harfsiz birer kelime kılmış.
39:46 De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'ım! Kullarının üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerde, yalnız sen hüküm verirsin."
9:94 ... De ki: "Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız... Sonra hepiniz, gaybı da görüleni de Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek."
Bu ayet bana mı sesleniyordu acaba?... Benim ardı arkası kesilmez ve bir anda yuzlercesini sıralayabilecegim mazeretlerim olabildiğini... Asabiydim cunku mazeretim vardı, yorgundum cunku mazeretim vardı, hastaydım, uykusuzdum, dargındım, kırgındım, vardım yoktum hepsinin bir mazereti vardı.. "Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız." Biz ne yapmalıyız da gaybı da görülen âlemi de Bilene dondürüleceğimizi unutmamalıyız? Mazeretlerin bir bir sıralanacağı günün yarından daha yakın olabileceğini unutmamak icin...
62:8 De ki: "Kendisinden kaçtığınız ölüm var ya, kesinlikle sizi gelip bulacak, sonra gaybı da görüleni de Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek."
Mesnevî'den bir hikâye
Haftasonu Mesnevî'den enteresan bir hikâye çıktı karşıma. Hani öyle Mevlânâ Hz.'nden alışageldiğimiz tarzda kuvvetli tahkiyesi olan, heyecanlı hikâyelerinden biri değildi belki. İlk bakışta pek sâkin görünüyordu. Hikâye bu ya, Hz. Ömer'i Rum kayserinin elçisi ziyaret ediyor, birlikte konuşuyorlar. Hikâye baştan sonra sadece bir konuşma... Ama ne konuşma! Orda geçen sözler kalbime içten içe bir "âh" dedirtti.
Hikâyede elçi tâlipti. Sual ediyordu. Hz. Ömer ise ona yollar gösteriyordu. Tâlibin ilk suali kolaydı: "Bu can nasıl oldu da bu beden kafesine girdi?" Yol gösterici bunun cevabını pek güzel anlattı. İkinci sual daha derindi: "Bu duru cânın, bedene girmesinin ne hikmeti ola ki?" Gerçi sonunda o ikisine sual de kalmadı, cevap da. Hakikat önlerine açılıverdi.
İkinci suale Hz. Ömer'in dilinden Mevlânâ şöyle cevap veriyordu: Hani şu harfler, kelimeler, sözler nasıl insanın içindeki mânâyı kayıt altına alırken, aynı zamanda bir fayda da veriyor. Hatta insan gaybı ve görüneni bilemezken, "Fayda nedir, zarar nerdedir?"e cevapları aslında ona hep hicablıyken bile, sözünü bir fayda elde etmek için söylüyor.
"Fayda kendisinde zuhur eden Cenab-ı Hak, bizim gördüğümüzü nasıl görmez? Mânânın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.
Cüzilerin cüz'ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, külli bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen küll, neden faydasız olsun? Sen bir cüz iken fayda görüyorsun. O halde neden kınama elini külle uzatıyor, onu neden kınıyorsun?"
Mesnevî, I. Cilt 1520-1524. beyitler
İnsanı düşündüren bir suale, ürperten bir cevap! Hiç dönüp sorduk mu kendimize: "Ben ömrümü sürüyorum ya, acep benim yüce Yaratıcım benim varlığımla ne söylüyor? Ben hangi mânâya kalıp olmuşum? Ben hangi kelimeyim?"
İnsanın içine düşen o "eşyanın hakikatini bilme" derdi de, bu "gayb ve görünen" bilgisinin kuldaki izdüşümü olmalı. Gaybı ve görüneni bilen ancak O. Hatta önce gayb, sonra görünen. Boşuna öyle sıralanmasa gerek. Çünkü görünen belki de ancak görünmeyenlerin hayal perdesine düşmüş görüntüleri... Kimbilir? Hem sorsam bir içime: "Gördüm dediklerimi ne kadar bildim ki?"
Ama işte bazen eşyanın hakikatini bilme diye bir derdi oluyor insanın. Hakkı hak olarak bilip, ona tabii olmak, batılı batıl olarak bilip ondan ictinab etmek diliyor. Bakışlar seviye seviye... Anlayışlar katman katman... Kiminin ayırdına bile varamayacağı farklar, kimine uykuyu haram ediyor. Bu âlem ne, mevcudât neden? Ben kimim? Yaratıcımla bağım nasıl olmalı? Bu sorulara cevapta aklın ışığı pek az. Onun eli ancak duyularla sezilen ve onlardan mantıksal ilişkilerle çıkarılabilecek sonuçlara eriyor. Akıl ancak "nasıl" sorusunu -o da cirmi kadar- aydınlatıyor. "Kim", "ne", "ne zaman"ın cevapları zaten eline verilmeli. "Niçin"e ise hayali bile yetişmiyor.
Kendi sınırlarını sezenlerden bazıları ise hakikatin ne olduğuna dair izahları aramaya yılmadan devam ediyorlar. Neden arıyorlar, bilinmez. Belki hakikate ezelden sevdâlılardır, kimbilir. İstidlâlin bittiği yere, kalb-i selîmleriyle destek çıkıyorlar. İman ediyorlar. Elbette O dilemezse, kimseyi hakikate erdirecek bir yol yok. Hidâyet ancak O'ndan dilenir. Hakka ulaştıran ancak O'dur.
17 Şubat 2006 Cuma
Rabbime isyan edersem
innî: ben (vurgulu)
ahafu: korkarım
in: eğer
in 'asaytu: isyan edersem
rabbî: Rabbim
yevm: gün
'azîm: büyük
innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
(Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım)
إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
6:14 ... "Allah'tan başka bir dost mu edinirim? Müslümanların ilki olmakla emrolundum" de, asla ortak koşanlardan olma!
15. qul innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
"Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım" de.
10:15 ... "Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım" de.
innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
"Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım."
39:11 "Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum,"
12. "Müslümanların ilki olmakla emrolundum,"
13. qul innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
"Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım" de.
Dikkat edelim, Söyleten kim, söyleyen kim acaba? Bu sözleri söyleyen hâtemul-enbiyâ, nebilerin sonuncusu, salat ve selam ona. O ki isyandan ne kadar uzak... Ya ben? Ben neredeyim?
Dilimle "O'ndan başka ilah yok" der iken hayatımın, amellerimin, ibadetlerimin ne kadarı O'nun için, ne ölçüde kendi nefsimin önceliklerini "Sen'in için" deyip verebiliyorum? Tamamen veremeyince, isyanın uzağında olmaktan bahsedilebilir mi? İsyan bu kadar yakın iken azaptan korkmamak mümkün mü? Ya korkuyu hissedemiyorsam, isyana daha da yakınlaştığımı anlayıp "bir yerlerde bir yanlışlık yapıyorum" deme ve istikamet isteme zamanı gelmemiş midir?
ahafu: korkarım
in: eğer
in 'asaytu: isyan edersem
rabbî: Rabbim
yevm: gün
'azîm: büyük
innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
(Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım)
إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
6:14 ... "Allah'tan başka bir dost mu edinirim? Müslümanların ilki olmakla emrolundum" de, asla ortak koşanlardan olma!
15. qul innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
"Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım" de.
10:15 ... "Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım" de.
innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
"Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım."
39:11 "Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum,"
12. "Müslümanların ilki olmakla emrolundum,"
13. qul innî ahafu in 'asaytu rabbî 'azâbe yevmin 'azîm
"Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım" de.
Dikkat edelim, Söyleten kim, söyleyen kim acaba? Bu sözleri söyleyen hâtemul-enbiyâ, nebilerin sonuncusu, salat ve selam ona. O ki isyandan ne kadar uzak... Ya ben? Ben neredeyim?
Dilimle "O'ndan başka ilah yok" der iken hayatımın, amellerimin, ibadetlerimin ne kadarı O'nun için, ne ölçüde kendi nefsimin önceliklerini "Sen'in için" deyip verebiliyorum? Tamamen veremeyince, isyanın uzağında olmaktan bahsedilebilir mi? İsyan bu kadar yakın iken azaptan korkmamak mümkün mü? Ya korkuyu hissedemiyorsam, isyana daha da yakınlaştığımı anlayıp "bir yerlerde bir yanlışlık yapıyorum" deme ve istikamet isteme zamanı gelmemiş midir?
13 Şubat 2006 Pazartesi
Güzel bir örnek
usve: örnek
hasene: güzel
usvetun hasenetun (Güzel bir örnek)
Örneklerin en üstünü, Salat ve Selam Ona, Kitabımızda şöyle tanıtılıyor:
leqad kâne fî rasûlillâhi usvetun hasenetun
33:21 Allah'ın elçisinde sizin için güzel bir örnek vardır
limen kâne yercullâhe vel-yevmel-âhire
vezekerallâhe kesîrâ
Allah'ı ve ahiret gününü özleyen, Allah'ı çok zikreden kimse için
Onu örnek almanın ön şartları varmış. Öncelikle Allah'ı özleyip çokça zikredeceğiz, ölümü korkulacak bir son değil O'na kavuşmanın yolu olarak göreceğiz. Şu kısacık hayatımızda O'nun elçisini iyi tanımaya çalışacağız, Günümüz bir hadisle aydınlansın diyeceğiz.
Aynı kelimelerle tanıtılan bir elçi daha var, Mumtahine suresinde:
qad kânet lekum usvetun hasenetun
fî ibrâhîme vellezîne ma'ah(û) ...
60:4 İbrahim'de ve yanındakilerde sizin için güzel bir örnek var
Ne ilginç bir şahsiyettir İbrahim... Genç yaşta "Ben batanları sevmem!" diyerek tevhidi bulmuş, Kâbe'yi yeniden inşa edip insanları hacca çağırmış, ve asla müşriklerden olmamış. Bütün semavi dinlerde iyi tanınmış, saygı görmüş, salat ve selam Ona.
60:6 Sizlerden, Allah'ı ve ahiret gününü özleyen kimse için, bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse kendi aleyhine olur, doğrusu Allah Ganî'dir, Hamîd'dir.
hasene: güzel
usvetun hasenetun (Güzel bir örnek)
أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ
Allah'ın elçileri "Sizin gibi bir insanım" diyerek beşer olma vasıflarını vurgulamışlardı. Onları asla aşırı yüceltmeyelim, onlara insan üstü sıfatlar bulup yakıştırmayalım diye. Öte yandan, aynı elçiler insanlık çerçevesi içinde, olağan dışı hayatlar sergileyip bize en güzel örnekler oldular. Kıyamet gününde de aleyhimizde şahit olacaklar.Örneklerin en üstünü, Salat ve Selam Ona, Kitabımızda şöyle tanıtılıyor:
leqad kâne fî rasûlillâhi usvetun hasenetun
33:21 Allah'ın elçisinde sizin için güzel bir örnek vardır
limen kâne yercullâhe vel-yevmel-âhire
vezekerallâhe kesîrâ
Allah'ı ve ahiret gününü özleyen, Allah'ı çok zikreden kimse için
Onu örnek almanın ön şartları varmış. Öncelikle Allah'ı özleyip çokça zikredeceğiz, ölümü korkulacak bir son değil O'na kavuşmanın yolu olarak göreceğiz. Şu kısacık hayatımızda O'nun elçisini iyi tanımaya çalışacağız, Günümüz bir hadisle aydınlansın diyeceğiz.
Aynı kelimelerle tanıtılan bir elçi daha var, Mumtahine suresinde:
qad kânet lekum usvetun hasenetun
fî ibrâhîme vellezîne ma'ah(û) ...
60:4 İbrahim'de ve yanındakilerde sizin için güzel bir örnek var
Ne ilginç bir şahsiyettir İbrahim... Genç yaşta "Ben batanları sevmem!" diyerek tevhidi bulmuş, Kâbe'yi yeniden inşa edip insanları hacca çağırmış, ve asla müşriklerden olmamış. Bütün semavi dinlerde iyi tanınmış, saygı görmüş, salat ve selam Ona.
60:6 Sizlerden, Allah'ı ve ahiret gününü özleyen kimse için, bunlarda güzel örnekler vardır. Kim yüz çevirirse kendi aleyhine olur, doğrusu Allah Ganî'dir, Hamîd'dir.
9 Şubat 2006 Perşembe
Her nefis ölümü tadıcıdır
kullu: her, bütün
nefs: kişi, nefis
zâqa: tatmak --> zâiq: tadan
kullu nefsin zâiqatul-mevt (Her nefis ölümü tadıcıdır)
3:185 Her nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir...
21:35 Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize döneceksiniz.
29:57 Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.
Sonradan verilen herşeyin bir sonu vardır. Asıl olan O'dur. Herşey geçici, Kalıcı olan yalnız O. el-bâqî, huvel-bâqî
Beşer olmak sonradan kazanılan bir vasıf, onun da bir sonu var: Ölüm. Nitekim nice peygamberler geçti, hiçbiri bu alemde kalmadı, hepsi Rablerine döndüler. Çünkü hayatta insanın başına geleceğinden kesinlikle emin olduğu tek bir şey varsa, o da ölümdür.
Ölüm ise Kelebeğin Kanatlanıp Uçmasıdır.
nefs: kişi, nefis
zâqa: tatmak --> zâiq: tadan
kullu nefsin zâiqatul-mevt (Her nefis ölümü tadıcıdır)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ
3:185 Her nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir...
21:35 Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize döneceksiniz.
29:57 Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.
Sonradan verilen herşeyin bir sonu vardır. Asıl olan O'dur. Herşey geçici, Kalıcı olan yalnız O. el-bâqî, huvel-bâqî
Beşer olmak sonradan kazanılan bir vasıf, onun da bir sonu var: Ölüm. Nitekim nice peygamberler geçti, hiçbiri bu alemde kalmadı, hepsi Rablerine döndüler. Çünkü hayatta insanın başına geleceğinden kesinlikle emin olduğu tek bir şey varsa, o da ölümdür.
Ölüm ise Kelebeğin Kanatlanıp Uçmasıdır.
6 Şubat 2006 Pazartesi
kefâ billâhi ...
Allah bes demiştik, Allah yeter.
Peki hangi sıfatları ile yeter?
kefâ billâhi (... olarak Allah yeter)
hasîben: hesaplayan olarak (4:6, 33:39)
veliyyen: dost olarak (4:45)
nasîren: yardımcı olarak (4:45)
'alîmen: bilen olarak (4:70)
şehîden: şahit olarak (4:79, 4:166, 10:29, 13:43, 17:96, 29:52, 48:28)
vekîlen: vekil olarak (4:81, 4:132, 4:171, 33:3, 33:48)
Allah yeter.
Altı farklı sıfat, herbiri Nisa suresinde geçiyor. Bu kelimelerin hemen hepsi ayet sonunda olduğu için, tenvin eki "en" uzun bir "â" sesine dönüşür, öyle okunur.
zâlikel-fadlu minallâh
4:70 Bu lutuf Allah'tandır.
vekefâ billâhi 'alîmâ
Bilen olarak Allah yeter.
Biraz özel bir anı ile konuyu kapatalım:
4:45 ...kefâ billâhi velîyyâ, vekefâ billâhi nasîrâ
Allah sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah dost olarak yeter. Allah yardımcı olarak da yeter.
Bir gün çok dertlenmiştim ve derdimi anlatip, beni biraz olsun rahatlatacak, gönlüme ferahlık verecek bir dost bulamamıştım. İşyerinde çalışırken kendi kendime ağlıyordum. En sonunda aklıma bu ayet (4:45) geldi. Ve ben neden kendimi böyle hırpalıyorum ki, Allah "dost olarak Ben yeterim" demiyor mü? Sen neden dost arıyorsun ki diyerek kendimi teskin etmeye başladım. Tam gözyaşlarım dinmek üzereyken, telefonum çaldı. Bir dostum, hiçbir neden yokken sadece sesimi duymak için beni aramıştı... Öğrendim ki, dost olarak Allah'ı kabul ettiğimiz zaman, Allah kendi dostlarının yardımını bize gönderiyormuş...
Bu şuura sahip olabilmek duasıyla... [BT]
Peki hangi sıfatları ile yeter?
kefâ billâhi (... olarak Allah yeter)
... كَفَى بِاللَّهِ
Üç noktanın yerine hangi ilâhî sıfatlar gelebilir?hasîben: hesaplayan olarak (4:6, 33:39)
veliyyen: dost olarak (4:45)
nasîren: yardımcı olarak (4:45)
'alîmen: bilen olarak (4:70)
şehîden: şahit olarak (4:79, 4:166, 10:29, 13:43, 17:96, 29:52, 48:28)
vekîlen: vekil olarak (4:81, 4:132, 4:171, 33:3, 33:48)
Allah yeter.
Altı farklı sıfat, herbiri Nisa suresinde geçiyor. Bu kelimelerin hemen hepsi ayet sonunda olduğu için, tenvin eki "en" uzun bir "â" sesine dönüşür, öyle okunur.
zâlikel-fadlu minallâh
4:70 Bu lutuf Allah'tandır.
vekefâ billâhi 'alîmâ
Bilen olarak Allah yeter.
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
33:3 Allah'a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter. Biraz özel bir anı ile konuyu kapatalım:
4:45 ...kefâ billâhi velîyyâ, vekefâ billâhi nasîrâ
Allah sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah dost olarak yeter. Allah yardımcı olarak da yeter.
Bir gün çok dertlenmiştim ve derdimi anlatip, beni biraz olsun rahatlatacak, gönlüme ferahlık verecek bir dost bulamamıştım. İşyerinde çalışırken kendi kendime ağlıyordum. En sonunda aklıma bu ayet (4:45) geldi. Ve ben neden kendimi böyle hırpalıyorum ki, Allah "dost olarak Ben yeterim" demiyor mü? Sen neden dost arıyorsun ki diyerek kendimi teskin etmeye başladım. Tam gözyaşlarım dinmek üzereyken, telefonum çaldı. Bir dostum, hiçbir neden yokken sadece sesimi duymak için beni aramıştı... Öğrendim ki, dost olarak Allah'ı kabul ettiğimiz zaman, Allah kendi dostlarının yardımını bize gönderiyormuş...
Bu şuura sahip olabilmek duasıyla... [BT]
3 Şubat 2006 Cuma
Boş sözler
el-lagv (Boş sözler)
Burada "boş sözler" anlamı ile kullanıldığı ayetlere bakalım.
Mu'minûn suresinde felâha ulaşanların özellikleri sayılmış. Boş sözlerden yüz çevirmek, imtihanı başaranların namazdan sonra ikinci özelliği imiş:
vellezîne hum 'anil-lagvi mu'ridûn
23:3 Onlar boş sözlerden yüz çevirirler
Kendilerine kitap verilenlerin özellikleri arasında da sayılır:
veizâ semi'ul-lagve a'radû 'anhu ...
28:55 Onlar boş söz işitince yüz çevirirler
... ve Furkan ahlakı ile süslenmiş Rahman kullarının:
... veizâ merrû bil-lagvi merrû kirâmâ
25:72 Onlar ... boş sözlerle karşılaşınca kerem ile geçip giderler
Sözleri sınıflandıralım ve davranışımızı belirleyelim:
1) Kötü sözler: Maddi ya da manevi manada zarar üreten sözler. Küfür sözler, gıybet, yalan, koğuculuk, iftira, vb. Bir Müslümanın bu sözlere tavrı saldırgan kafire tavrı gibi olmalı. Eliyle ya da diliyle düzeltmek, en azından kalbiyle tepki.
2) Boş sözler: Ne bir zarar ne de bir fayda üreten sözler. Oyun, eğlence, şaka, vb. Buna tavrı da inançsız ama kimseye zararı dokunmayan kişiye tavrı gibi olmalı. Bu sözlerden uzak durmaya çalışacak.
3) Güzel sözler: Maddi ya da manevi anlamda fayda üreten sözler. Zikir, ilim, selam, vb. Bütün sözlerimizin bu yüksek sınıfa girmesi amacımız olmalı. Hatta denir ki: "Söz bilirsen söyle sözünden ibret alınlar, söz bilmezsen sükût et, seni bir insan sansınlar!" Bazan susmak konuşmaktan hayırlı oluyor.
Öte yandan, bu yaşadığımız bir gurbet hayatı değil mi? Özlenen yurt ise boş sözün olmadığı Selam diyarı, Adn cennetleri (19:62). Boş sözlerin ve yalanın varlığı da, hoş sadaları ve sürekli olarak doğruyu işitebilme arayışını sağlıyor. Korunacak huzurlu bir sığınak aslında istenen.
lâ yesma'ûne fîhâ lagven velâ te-sîmâ
56:25 Orada boş söz ve günah işitmezler
lâ yesma'ûne fîhâ lagven velâ kizzâbâ
78:35 Orada boş söz ve yalan işitmezler
lâ tesma'u fîhâ lâgiye
88:11 Orada boş söz işitmezler
Dünyada işitilen her hoş ses ve doğru söz ise bu özlemi ve arayışı daha da artırabildiği için önemli. O yüzden ne zaman bir güzel ses, bir doğru söz duysak mutlu oluyoruz. Ezanın güzelliği de, dünyadaki özgürlüğe çağırmasından değil mi? Keşke her zaman işitsek diyoruz ve kanatlanıp nihai özgürlüğe, Sıla'ya uçabilmeyi diliyoruz.
اللَّغْوِ
Bu kelimenin Kuran'da bir anlamı daha var: rastgele yemin. Burada "boş sözler" anlamı ile kullanıldığı ayetlere bakalım.
Mu'minûn suresinde felâha ulaşanların özellikleri sayılmış. Boş sözlerden yüz çevirmek, imtihanı başaranların namazdan sonra ikinci özelliği imiş:
vellezîne hum 'anil-lagvi mu'ridûn
23:3 Onlar boş sözlerden yüz çevirirler
Kendilerine kitap verilenlerin özellikleri arasında da sayılır:
veizâ semi'ul-lagve a'radû 'anhu ...
28:55 Onlar boş söz işitince yüz çevirirler
... ve Furkan ahlakı ile süslenmiş Rahman kullarının:
... veizâ merrû bil-lagvi merrû kirâmâ
25:72 Onlar ... boş sözlerle karşılaşınca kerem ile geçip giderler
Sözleri sınıflandıralım ve davranışımızı belirleyelim:
1) Kötü sözler: Maddi ya da manevi manada zarar üreten sözler. Küfür sözler, gıybet, yalan, koğuculuk, iftira, vb. Bir Müslümanın bu sözlere tavrı saldırgan kafire tavrı gibi olmalı. Eliyle ya da diliyle düzeltmek, en azından kalbiyle tepki.
2) Boş sözler: Ne bir zarar ne de bir fayda üreten sözler. Oyun, eğlence, şaka, vb. Buna tavrı da inançsız ama kimseye zararı dokunmayan kişiye tavrı gibi olmalı. Bu sözlerden uzak durmaya çalışacak.
3) Güzel sözler: Maddi ya da manevi anlamda fayda üreten sözler. Zikir, ilim, selam, vb. Bütün sözlerimizin bu yüksek sınıfa girmesi amacımız olmalı. Hatta denir ki: "Söz bilirsen söyle sözünden ibret alınlar, söz bilmezsen sükût et, seni bir insan sansınlar!" Bazan susmak konuşmaktan hayırlı oluyor.
Öte yandan, bu yaşadığımız bir gurbet hayatı değil mi? Özlenen yurt ise boş sözün olmadığı Selam diyarı, Adn cennetleri (19:62). Boş sözlerin ve yalanın varlığı da, hoş sadaları ve sürekli olarak doğruyu işitebilme arayışını sağlıyor. Korunacak huzurlu bir sığınak aslında istenen.
lâ yesma'ûne fîhâ lagven velâ te-sîmâ
56:25 Orada boş söz ve günah işitmezler
lâ yesma'ûne fîhâ lagven velâ kizzâbâ
78:35 Orada boş söz ve yalan işitmezler
lâ tesma'u fîhâ lâgiye
88:11 Orada boş söz işitmezler
Dünyada işitilen her hoş ses ve doğru söz ise bu özlemi ve arayışı daha da artırabildiği için önemli. O yüzden ne zaman bir güzel ses, bir doğru söz duysak mutlu oluyoruz. Ezanın güzelliği de, dünyadaki özgürlüğe çağırmasından değil mi? Keşke her zaman işitsek diyoruz ve kanatlanıp nihai özgürlüğe, Sıla'ya uçabilmeyi diliyoruz.
30 Ocak 2006 Pazartesi
"Sizin gibi bir insanım"
ene: ben
misl: gibi
mislukum: sizin gibi
ene beşerum-mislukum (ben sizin gibi bir insanım)
qul innemâ ene beşerum-mislukum
18:110 De ki: "Ben ancak sizin gibi bir beşerim."
yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid
"Yalnız bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor.
Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine
kullukta hiç ortak koşmasın."
qul innemâ ene beşerum-mislukum
41:6 De ki: "Ben ancak sizin gibi bir beşerim."
yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid
"Yalnız bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor.
Bu sebeple O'na dosdoğru yönelin ve O'ndan mağfiret dileyin.
Allah'a ortak koşanların vay haline!"
İki ayetin nasıl aynı başlayıp değişik tavsiyelerle sonuçlandığına dikkat. Benzeri bir ayette de "ene" (ben) yerine "nahnu" (biz) kullanılmış.
14:11 Rasûlleri de onlara dediler ki: "Biz de sizin gibi sadece birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine nîmetini lütfeder."
Elçiler bu sözü söylüyorlar, çünkü onların Hak'ka davet ettikleri kavimleri, o peygamberlere, "Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!" (14:10) demişlerdi.
Bu konuda "Melek peygamber değil, insan peygamber" konusu çok mühim. İnsanların bir kısmı Rasulullah'ı (salât ve selam ona) örnek almak yerine, onu aşırı yücelterek insanüstü bir hâle sokmaya ve hayattan tamamıyla koparmaya eğilimli. Tam da bu yüzden, yaşayışını onun öğrettiği temeller üstüne kurmak gibi bir düşünceleri kalmamış. Ki, bu düşüncenin ifrat noktası hıristiyanların peygamber tasavvurunu oluşturuyor.
Diğer bir kısmı da, aşırı yüceltenlerin aksine onu aşırı indirgeyerek, yine örnek almaktan uzaklaşıyorlar. Sadece Kitab'a bağlı kaldıklarını iddia ediyorlar. Bu da tipik yahudi peygamber algısında tefrit derecesine varıyor, o mübarek insanlara adi davranışlar ve büyük günahlar atfediliyor.
İşte, bu iki algının ötesinde "Kur'an bize peygamberimizi nasıl öğretiyorsa öyle algılamamız" ve onu aşırı yüceltmek ve taklid etmek değil, örnek almak gerekiyor.
Ref: Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, Denge Yayınları, 2000.
misl: gibi
mislukum: sizin gibi
ene beşerum-mislukum (ben sizin gibi bir insanım)
أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ
Allah insanları doğru yola iletmek için onlara gene insan olan bir uyarıcı göndermiştir, melek değil... Uyarıcı olarak bir melek gönderseydi insanlar "ama sen meleksin, biz senin yaptıklarınızı yapamayız" diyeceklerdi. Peygamberimiz "ben de sizin gibi insanım, Allah'ın emrettiği her şeyi ben de yapıyorum, tek farkım bana vahyolunması" diyor... qul innemâ ene beşerum-mislukum
18:110 De ki: "Ben ancak sizin gibi bir beşerim."
yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid
"Yalnız bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor.
Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine
kullukta hiç ortak koşmasın."
qul innemâ ene beşerum-mislukum
41:6 De ki: "Ben ancak sizin gibi bir beşerim."
yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid
"Yalnız bana tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyolunuyor.
Bu sebeple O'na dosdoğru yönelin ve O'ndan mağfiret dileyin.
Allah'a ortak koşanların vay haline!"
İki ayetin nasıl aynı başlayıp değişik tavsiyelerle sonuçlandığına dikkat. Benzeri bir ayette de "ene" (ben) yerine "nahnu" (biz) kullanılmış.
14:11 Rasûlleri de onlara dediler ki: "Biz de sizin gibi sadece birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine nîmetini lütfeder."
Elçiler bu sözü söylüyorlar, çünkü onların Hak'ka davet ettikleri kavimleri, o peygamberlere, "Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!" (14:10) demişlerdi.
Bu konuda "Melek peygamber değil, insan peygamber" konusu çok mühim. İnsanların bir kısmı Rasulullah'ı (salât ve selam ona) örnek almak yerine, onu aşırı yücelterek insanüstü bir hâle sokmaya ve hayattan tamamıyla koparmaya eğilimli. Tam da bu yüzden, yaşayışını onun öğrettiği temeller üstüne kurmak gibi bir düşünceleri kalmamış. Ki, bu düşüncenin ifrat noktası hıristiyanların peygamber tasavvurunu oluşturuyor.
Diğer bir kısmı da, aşırı yüceltenlerin aksine onu aşırı indirgeyerek, yine örnek almaktan uzaklaşıyorlar. Sadece Kitab'a bağlı kaldıklarını iddia ediyorlar. Bu da tipik yahudi peygamber algısında tefrit derecesine varıyor, o mübarek insanlara adi davranışlar ve büyük günahlar atfediliyor.
İşte, bu iki algının ötesinde "Kur'an bize peygamberimizi nasıl öğretiyorsa öyle algılamamız" ve onu aşırı yüceltmek ve taklid etmek değil, örnek almak gerekiyor.
Ref: Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, Denge Yayınları, 2000.
27 Ocak 2006 Cuma
Güzel bir borç
iqrada: borç vermek
qard: borç
hasen: güzel
qardan hasenen (Güzel bir borç)
Sadece verdiğini geri alacak, borçlu ne zaman verirse.
Osmanlıcaya karz-ı hasen olarak geçmiş.
Karz-ı hasen sözü ibadetlerimize farklı bir anlam kazandırıyor: Siz Allah'a ödünç verin, O da size kat kat geri ödesin. "Namaz borç değil, alacaktır" demiştik ya, bu anlayış zekat ve sadaka gibi mali ibadetler için de geçerli. Başkaları için harcarken "bu benim üstüme borçtur" diye isteksiz olarak vermek var, "bunu borç olarak Allah'a takdim ediyorum" diye seve seve, koşa koşa vermek var.
men zellezî yuqridullâhe qardan hasenen
2:245 Kim Allah'a, güzel bir ödünç takdim eder?
5:12 ... namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ...
Öyle bir borç ki, verirken hiçbir faiz şartı koymadan veriyoruz. Ama geri alırken kat kat geliyor. Rabbimiz yapılan ibadetleri adeta "borç" sayıp, rahmetiyle bize kat kat karşılığını vereceğini söylüyor.
men zellezî yuqridullâhe qardan hasenen
57:11 Allah'a kim güzel bir ödünç takdiminde bulunursa, Allah karşılığını kat kat verir, ona cömertçe verilecek bir ecir de vardır.
57:18 Doğrusu, sadaka veren erkek ve kadınlara, Allah'a güzel bir ödünç takdim edenlere kat kat karşılık verilir ...
64:17 Eğer Allah'a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar ...
73:20 ... Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz.
Zekat ve sadakadan başka güzel borçlar da var... En başta namaz ve dua. Allah adına borç veremeyecek durumda olanlar için ne güzel bir kolaylık! Kuran oku, borç ver... Namaz kıl, borç ver... Dua et, borç ver... Kardeşine yardım et, borç ver... Kimi nakit ile, kimi vakit ile borç veriyor... Herkesin gücüne göre. En büyük kolaylık burada.
qard: borç
hasen: güzel
qardan hasenen (Güzel bir borç)
قَرْضًا حَسَنًا
Bu kelimenin ticari bir anlamı var: faizsiz, vadesiz borç.Sadece verdiğini geri alacak, borçlu ne zaman verirse.
Osmanlıcaya karz-ı hasen olarak geçmiş.
Karz-ı hasen sözü ibadetlerimize farklı bir anlam kazandırıyor: Siz Allah'a ödünç verin, O da size kat kat geri ödesin. "Namaz borç değil, alacaktır" demiştik ya, bu anlayış zekat ve sadaka gibi mali ibadetler için de geçerli. Başkaları için harcarken "bu benim üstüme borçtur" diye isteksiz olarak vermek var, "bunu borç olarak Allah'a takdim ediyorum" diye seve seve, koşa koşa vermek var.
men zellezî yuqridullâhe qardan hasenen
2:245 Kim Allah'a, güzel bir ödünç takdim eder?
5:12 ... namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ...
Öyle bir borç ki, verirken hiçbir faiz şartı koymadan veriyoruz. Ama geri alırken kat kat geliyor. Rabbimiz yapılan ibadetleri adeta "borç" sayıp, rahmetiyle bize kat kat karşılığını vereceğini söylüyor.
men zellezî yuqridullâhe qardan hasenen
57:11 Allah'a kim güzel bir ödünç takdiminde bulunursa, Allah karşılığını kat kat verir, ona cömertçe verilecek bir ecir de vardır.
57:18 Doğrusu, sadaka veren erkek ve kadınlara, Allah'a güzel bir ödünç takdim edenlere kat kat karşılık verilir ...
64:17 Eğer Allah'a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar ...
73:20 ... Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz.
Zekat ve sadakadan başka güzel borçlar da var... En başta namaz ve dua. Allah adına borç veremeyecek durumda olanlar için ne güzel bir kolaylık! Kuran oku, borç ver... Namaz kıl, borç ver... Dua et, borç ver... Kardeşine yardım et, borç ver... Kimi nakit ile, kimi vakit ile borç veriyor... Herkesin gücüne göre. En büyük kolaylık burada.
23 Ocak 2006 Pazartesi
"Rabbimiz Allah" dediler
qâle: dedi --> qâlû: dediler
rab: buyurucu, doyurucu, büyütücü, efendi
rabbunâ: rabbimiz
qâlû rabbunallâh ("Rabbimiz Allah" dediler)
Fussilet sûresinde melekler vasıtası ile yapılan müjdenin haberi var.
Ahkaf sûresinde ise aracısız bir müjde aynı haberi tekrarlıyor.
innellezîne qâlû rabbunallâhu summe-steqâmû
46:13 “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanlar
felâ havfun 'aleyhim velâ hum yahzenûn
onlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de
"Rabbim Allah" demek neden bu kadar önemli?
Önemli, çünkü "rab"ler çoktur... İnsan gönlünü Allah'tan gayrıya
bağlamayagörsün... Şu dünyada kendisine başka insanları, putları,
hevâ ve heveslerini rab kılan nice insanlar gelip geçmiştir. "Rabbim
Allah'tır" diyenler, diğer bütün putları yıkan insanlardır. Tevhide
eren insanlardır. Müminlerdir.
İnsanlar çoğunlukla Yaratan'ı inkar edemiyorlar. Ama "terbiye eden"
anlamındaki Rab kavramı çok zor geliyor: Demek ki insan başıboş
değil, demek ki olaylar rastgele değil, demek ki ölüm var, demek ki
hesap var, demek ki (maazallah!) Cehennem var. İşte insana zor
gelen, bütün bunları çağrıştıran rububiyet kavramı.
Onun için son surede, rabbinnâs-melikinnâs-ilâhinnâs
üçlemesi var ki hepsi aynı Rab, aynı Melik, aynı Tanrı.
"Rabbin kim? men rabbuke" sorusu ölümden sonra mı sorulacak?
Ölünce herkesin amel defteri kapatıldığı için, öldükten sonra tekrar
böyle bir soruya muhatab olmayacağımıza, hayatta iken yaptıklarımız
ile bunu cevapladığımıza inanıyorum. Ölümden sonra böyle bir soru
olacaksa, bu soruya doğru cevap verecek olanlar ancak hayattayken
doğruyu bulanlar olsa gerektir. Sonuçta ömrümüz tek sermayemiz.
Dolayısıyla bu sorunun esas meydanı burasıdır.
Her iki anlamda da efendimiz O: hem Rabbimiz hem Mevlâmız.
rab: buyurucu, doyurucu, büyütücü, efendi
rabbunâ: rabbimiz
qâlû rabbunallâh ("Rabbimiz Allah" dediler)
قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ
41:30 “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin!” Fussilet sûresinde melekler vasıtası ile yapılan müjdenin haberi var.
Ahkaf sûresinde ise aracısız bir müjde aynı haberi tekrarlıyor.
innellezîne qâlû rabbunallâhu summe-steqâmû
46:13 “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanlar
felâ havfun 'aleyhim velâ hum yahzenûn
onlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de
"Rabbim Allah" demek neden bu kadar önemli?
Önemli, çünkü "rab"ler çoktur... İnsan gönlünü Allah'tan gayrıya
bağlamayagörsün... Şu dünyada kendisine başka insanları, putları,
hevâ ve heveslerini rab kılan nice insanlar gelip geçmiştir. "Rabbim
Allah'tır" diyenler, diğer bütün putları yıkan insanlardır. Tevhide
eren insanlardır. Müminlerdir.
İnsanlar çoğunlukla Yaratan'ı inkar edemiyorlar. Ama "terbiye eden"
anlamındaki Rab kavramı çok zor geliyor: Demek ki insan başıboş
değil, demek ki olaylar rastgele değil, demek ki ölüm var, demek ki
hesap var, demek ki (maazallah!) Cehennem var. İşte insana zor
gelen, bütün bunları çağrıştıran rububiyet kavramı.
Onun için son surede, rabbinnâs-melikinnâs-ilâhinnâs
üçlemesi var ki hepsi aynı Rab, aynı Melik, aynı Tanrı.
"Rabbin kim? men rabbuke" sorusu ölümden sonra mı sorulacak?
Ölünce herkesin amel defteri kapatıldığı için, öldükten sonra tekrar
böyle bir soruya muhatab olmayacağımıza, hayatta iken yaptıklarımız
ile bunu cevapladığımıza inanıyorum. Ölümden sonra böyle bir soru
olacaksa, bu soruya doğru cevap verecek olanlar ancak hayattayken
doğruyu bulanlar olsa gerektir. Sonuçta ömrümüz tek sermayemiz.
Dolayısıyla bu sorunun esas meydanı burasıdır.
Her iki anlamda da efendimiz O: hem Rabbimiz hem Mevlâmız.
20 Ocak 2006 Cuma
O gün yüzler ...
vecih: yüz --> vucûh: yüzler
yevm: gün --> yevmeizin: o gün
Haşir günü, herkesin O'nun huzurunda toplandığı gün.
Haşir günü, hem büyük umut, hem büyük dehşet.
Haşir günü, hasret kaldığımız adaletin tecellisi.
Haşir günü, karneleri aldığımız büyük gün.
Haşir günü, içlerin dışa çevrildiği gün.
vucûhun yevmeizin ... (O gün yüzler ...)
... وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ
Üç noktanın yerine hangi imrenilecek sıfatlar gelebilir?
vucûhun yevmeizin nâdire
75:22 O gün yüzler vardır, aydınlık
ilâ rabbihâ nâzire
75:23 Rablerine bakarlar
vucûhun yevmeizin musfire
80:38 O gün yüzler vardır, pırıl pırıl
dâhiketun mustebşire
80:39 Güleç, sevinçli
vucûhun yevmeizin nâ'ime
88:8 O gün yüzler vardır, mutlu
lisa'yihâ râdiye
88:9 Yaptıklarından hoşnut
Ne güzel tasvirler...
Rağbet ve ümid ettirici, surûr verici, kötülüklerden sakındırıcı...
yevm: gün --> yevmeizin: o gün
Haşir günü, herkesin O'nun huzurunda toplandığı gün.
Haşir günü, hem büyük umut, hem büyük dehşet.
Haşir günü, hasret kaldığımız adaletin tecellisi.
Haşir günü, karneleri aldığımız büyük gün.
Haşir günü, içlerin dışa çevrildiği gün.
vucûhun yevmeizin ... (O gün yüzler ...)
... وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ
Üç noktanın yerine hangi imrenilecek sıfatlar gelebilir?
vucûhun yevmeizin nâdire
75:22 O gün yüzler vardır, aydınlık
ilâ rabbihâ nâzire
75:23 Rablerine bakarlar
vucûhun yevmeizin musfire
80:38 O gün yüzler vardır, pırıl pırıl
dâhiketun mustebşire
80:39 Güleç, sevinçli
vucûhun yevmeizin nâ'ime
88:8 O gün yüzler vardır, mutlu
lisa'yihâ râdiye
88:9 Yaptıklarından hoşnut
Ne güzel tasvirler...
Rağbet ve ümid ettirici, surûr verici, kötülüklerden sakındırıcı...
16 Ocak 2006 Pazartesi
Mevlanız Allah
veliy: dost (esmâ-i husnâdan)
veliye: yakın olmak, dost olmak
mevlâ: koruyucu, bakıcı, sahip, dost
Köle-efendi (yada işçi-patron) ilişkisinde efendinin iki yönü var:
Buyurucu, doyurucu, büyütücü yönü ile Rab deniyor.
Koruyucu, bakıcı, sahip, dost yönü ile de Mevlâ.
Her iki anlamda da efendimiz O: hem Rabbimiz hem Mevlâmız.
belillâhu mevlâkum
3:150 Halbuki Mevlânız Allah'tır.
vehuve hayrun-nasirîn
O, yardımcıların en iyisidir.
ennallâhe mevlâkum
8:40 Eğer yüz çevirirlerse Mevlânızın Allah olduğunu bilin.
ni'mel-mevlâ veni'men-nasîr
Ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır!.
huve mevlâkum
22:78 ... namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. Mevlânız O'dur.
feni'mel-mevlâ veni'men-nasîr
Ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!
vallâhu mevlâkum
66:2 ... Mevlânız da Allah'tır.
vehuvel-'alîmul-hakîm
O, hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
Aynı anlamda bir de Mevlânâ kelimesi var.
ente mevlânâ
2:286 ... Mevlâmız Sen'sin ...
Zamanla bu kelimeye yüklenen anlam zayıflamış, saygın insanlar için de kullanılmış. Türkiye'de bir mübarek kişinin adı olmuş. Hint yarımadasında binlerce var, orada "hazret" kelimesi gibi kullanılıyor.
veliye: yakın olmak, dost olmak
mevlâ: koruyucu, bakıcı, sahip, dost
Köle-efendi (yada işçi-patron) ilişkisinde efendinin iki yönü var:
Buyurucu, doyurucu, büyütücü yönü ile Rab deniyor.
Koruyucu, bakıcı, sahip, dost yönü ile de Mevlâ.
Her iki anlamda da efendimiz O: hem Rabbimiz hem Mevlâmız.
وَاللَّهُ مَوْلَاكُمْ
Bu anlamdaki Mevlâkum kelimesi dört ayette geçiyor:belillâhu mevlâkum
3:150 Halbuki Mevlânız Allah'tır.
vehuve hayrun-nasirîn
O, yardımcıların en iyisidir.
ennallâhe mevlâkum
8:40 Eğer yüz çevirirlerse Mevlânızın Allah olduğunu bilin.
ni'mel-mevlâ veni'men-nasîr
Ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır!.
huve mevlâkum
22:78 ... namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. Mevlânız O'dur.
feni'mel-mevlâ veni'men-nasîr
Ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!
vallâhu mevlâkum
66:2 ... Mevlânız da Allah'tır.
vehuvel-'alîmul-hakîm
O, hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
Aynı anlamda bir de Mevlânâ kelimesi var.
ente mevlânâ
2:286 ... Mevlâmız Sen'sin ...
Zamanla bu kelimeye yüklenen anlam zayıflamış, saygın insanlar için de kullanılmış. Türkiye'de bir mübarek kişinin adı olmuş. Hint yarımadasında binlerce var, orada "hazret" kelimesi gibi kullanılıyor.
13 Ocak 2006 Cuma
Allah Yeter
Bugün çift bayram: hem Kurban hem Cuma, mübarek olsun.
hasbiyallâh (Allah bana yeter)
حَسْبِيَ اللّهُ
hasb: kâfi, yeterli
hasbiye: bana yeter
Aracı olarak tapılan diğer putların, tanrıların önce gereksizliği vurgulanıyor, sonra da bu tapmanın şirk olduğu "O'ndan başka ilah yoktur" ile anlatılıyor. Apaçık beyan var: "Ancak O'na tevekkül ettim", yine teslimiyet...
Zikreyle Hakk'ı her nefes,
Allah bes, bakî heves
Pes, gayriden ümidi kes!
Tekrar-ı zikrullah ile
Allah Teâlâ, Zâtını tanıyacak, O'na iman etmeyi iradesiyle seçecek, gönlü ancak O'nu anmakla itminana erecek insan nev'ini yaratıp, uzakların en uzağına, bu dünyaya göndermiş. Bu diyar, insanın imtihan meydanı olmuş. İmtihanı geçerse rahmete erişecek, değilse sonsuz husrân... Bu imtihanlar karşısında sarsılmamanın, yıkılmamanın, kendisi yıkılsa dahi hakkı tutup kaldırmanın tek bir yolu var:
39:38 ... De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O'na güvenip dayanır."
İnsanın imtihanı, derd verilip, derman araması da olabilir; nimet verilip, şükrünün testi de. Ardından bu imtihan karşısındaki duruşuna bakılıyor: Çektiği dert, elem, yalnızlık, hüzün ya da nimetler karşısındaki sevinç, onu Allah'a mı döndürüyor, yoksa başka şeylere mi? Acaba, insan "O bana yeter" demeyi bilmeyip, yıkılıp, umutsuzluğa düşüp, gayr'dan medet umar mı oluyor? Ya da nimetler kulu sevince boğduysa, artık kendini herşeyden müstağni görüp, gayr'ı küçümser mi oluyor?
Elbette bu cümleyi dile söyletmek kolay. Gönle söyletmekse, belki uzun bir yolculuğa muhtaç. O'nun yolunda bir ömür yolculuğuna. Ama belki dile tekrar ettirmek bu yolda yardım eder: "Allah bes, bakî heves"
Allah yeter, geri kalanı bırakın gitsin.
hasbunallâh (Allah bize yeter)
حَسْبُنَا اللّهُ
hasb: kâfi, yeterli
hasbunâ: bize yeter
İnsanın dara düştüğünde sarılacağı en sağlam, en sakinleştirici kelime bu olsa gerek. Hem de biz diyerek.
9:59 Eğer onlar, Allah ve Rasûlü'nün kendilerine verdiği şeye razı olsalardı ve: "Allah bize yeter, yakında hem Allah, hem de Rasûlü bize bol lütfundan verecek. Biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi.
Böyle diyenlerden olabilmek duasıyla.
... hasbunallâhu veni'mel-vekîl
3:173 Onlar ki, halk kendilerine: "(Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, onlardan korkun" deyince, bu onların îmanlarını artırdı da "Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir!" dediler.
Ne hoş bir güven. Ne hoş bir söz.
Bizlere verilen ne kadar kıymetli bir ders.
O ne hoş bir vekîl...
hasbiyallâh (Allah bana yeter)
حَسْبِيَ اللّهُ
hasb: kâfi, yeterli
hasbiye: bana yeter
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُو
9:129 Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ancak O'na tevekkül ettim. O, yüce Arşın sahibidir."Aracı olarak tapılan diğer putların, tanrıların önce gereksizliği vurgulanıyor, sonra da bu tapmanın şirk olduğu "O'ndan başka ilah yoktur" ile anlatılıyor. Apaçık beyan var: "Ancak O'na tevekkül ettim", yine teslimiyet...
Zikreyle Hakk'ı her nefes,
Allah bes, bakî heves
Pes, gayriden ümidi kes!
Tekrar-ı zikrullah ile
Allah Teâlâ, Zâtını tanıyacak, O'na iman etmeyi iradesiyle seçecek, gönlü ancak O'nu anmakla itminana erecek insan nev'ini yaratıp, uzakların en uzağına, bu dünyaya göndermiş. Bu diyar, insanın imtihan meydanı olmuş. İmtihanı geçerse rahmete erişecek, değilse sonsuz husrân... Bu imtihanlar karşısında sarsılmamanın, yıkılmamanın, kendisi yıkılsa dahi hakkı tutup kaldırmanın tek bir yolu var:
39:38 ... De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O'na güvenip dayanır."
İnsanın imtihanı, derd verilip, derman araması da olabilir; nimet verilip, şükrünün testi de. Ardından bu imtihan karşısındaki duruşuna bakılıyor: Çektiği dert, elem, yalnızlık, hüzün ya da nimetler karşısındaki sevinç, onu Allah'a mı döndürüyor, yoksa başka şeylere mi? Acaba, insan "O bana yeter" demeyi bilmeyip, yıkılıp, umutsuzluğa düşüp, gayr'dan medet umar mı oluyor? Ya da nimetler kulu sevince boğduysa, artık kendini herşeyden müstağni görüp, gayr'ı küçümser mi oluyor?
Elbette bu cümleyi dile söyletmek kolay. Gönle söyletmekse, belki uzun bir yolculuğa muhtaç. O'nun yolunda bir ömür yolculuğuna. Ama belki dile tekrar ettirmek bu yolda yardım eder: "Allah bes, bakî heves"
Allah yeter, geri kalanı bırakın gitsin.
hasbunallâh (Allah bize yeter)
حَسْبُنَا اللّهُ
hasb: kâfi, yeterli
hasbunâ: bize yeter
İnsanın dara düştüğünde sarılacağı en sağlam, en sakinleştirici kelime bu olsa gerek. Hem de biz diyerek.
9:59 Eğer onlar, Allah ve Rasûlü'nün kendilerine verdiği şeye razı olsalardı ve: "Allah bize yeter, yakında hem Allah, hem de Rasûlü bize bol lütfundan verecek. Biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi.
Böyle diyenlerden olabilmek duasıyla.
... hasbunallâhu veni'mel-vekîl
3:173 Onlar ki, halk kendilerine: "(Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, onlardan korkun" deyince, bu onların îmanlarını artırdı da "Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir!" dediler.
Ne hoş bir güven. Ne hoş bir söz.
Bizlere verilen ne kadar kıymetli bir ders.
O ne hoş bir vekîl...
9 Ocak 2006 Pazartesi
Karanlıklardan Nûra
min: -den (from)
zulumât: karanlıklar
ilâ: -e (to)
nûr: ışık, aydınlık
minez-zulumâti ilen-nûr (karanlıklardan Nûra)
ayetler çok, "çıkarmak" kelimesi ile birlikte olanları arıyoruz.
2:257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır...
5:16 Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.
14:1 Elif, Lam, Ra; Bu, Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeğe layık, göklerde ve yerde olanların sahibi Allah'ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.
14:5 And olsun ki Musa'yı ayetlerimizle, "Milletini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın günlerini onlara hatırlat" diye göndermiştik.
huvellezî yusallî 'aleykum vemelâiketuhû
33:43 O (Allah) ve melekleri sizin için "salât eder"
liyuhricekum minez-zulumâti ilen-nûr
sizi karanlıklardan nûra çıkarmak için
vekâne bil-mu-minîne rahîmâ
O inanlara çok merhametlidir
57:9 Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
65:11 İnanıp yararlı işler işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere, size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir...
zulumât: karanlıklar
ilâ: -e (to)
nûr: ışık, aydınlık
minez-zulumâti ilen-nûr (karanlıklardan Nûra)
مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ
Karanlıklar (çoğul) ve aydınlık (tek) kelimelerinin bir arada geçtiğiayetler çok, "çıkarmak" kelimesi ile birlikte olanları arıyoruz.
2:257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır...
5:16 Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.
14:1 Elif, Lam, Ra; Bu, Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeğe layık, göklerde ve yerde olanların sahibi Allah'ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.
14:5 And olsun ki Musa'yı ayetlerimizle, "Milletini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın günlerini onlara hatırlat" diye göndermiştik.
huvellezî yusallî 'aleykum vemelâiketuhû
33:43 O (Allah) ve melekleri sizin için "salât eder"
liyuhricekum minez-zulumâti ilen-nûr
sizi karanlıklardan nûra çıkarmak için
vekâne bil-mu-minîne rahîmâ
O inanlara çok merhametlidir
57:9 Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
65:11 İnanıp yararlı işler işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere, size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir...
6 Ocak 2006 Cuma
Besmele: Her işin başı
İlk konumuz, bismillâh (Allah adı ile)
üç kelimeden yapılmış: bi + ismi + allâhi
son iki kelime hemzesiz elif ile başladığı için, öncekilerle kaynaşır
"a" üzerindeki şapka inceltme değil, uzatma işaretidir
en sondaki "i" sesi okunmaz
bismillâhir-rahmânir-rahîm
1:0 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Bu ayet Yüce Kitabımızın ilk satırı.
Kur'an evrenin anahtarı, Fatiha Kuran'ın.
Besmele de Fatiha'nın anahtarı.
Besmele çekmek her işin başı.
veqâle-rkebû fîhâ bismillâhi mecrâhâ vemursâhâ
11:41 "Binin ona, gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır" dedi.
inne rabbî legafûrur-rahîm
"Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."
Büyük bir nebinin sözleri ile, önemli bir bir işe girişirken besmele çekiliyor.
Bir asansörün düğmesine basarken, arabanın motorunu çalıştırırken, hep
bu sözü söyleyip bu anlamı düşünürüm: Yürüten de O, durduran da O.
Asansörü de, arabayı da, beni de, seni de, evreni de...
Elmalılı'nın tefsirine bakınca, bunun teslimiyet olduğunu anladım. Evet, Hz. Nûh geminin ve içindekilerinin selâmete ulaşacağından emin çünkü yaptığı gemiyi tarif eden, projelendiren, ve yapımı sırasında gözeten tüm kainatın sahibi. Selâmet ancak O'na teslim ile.
innehû min suleymâne veinnehû
bismillâhir-rahmânir-rahîm
27:30 "(Mektup) Süleyman'dandır, bismillahirrahmânirrahîm diyor"
Bu da başka bir nebinin hikayesi. Hem melik (kıral), hem nebi. Aynı anda saltanat ve hikmet sahibi. Yıldızlara secde eden bir kavmin melikesine mektup yazıyor. Ayette, melikenin ağzından mektubun ilk satırı okunuyor. Birçok hat levhasına konu olmuş. Hem ayet yazılı, hem de besmele.
üç kelimeden yapılmış: bi + ismi + allâhi
son iki kelime hemzesiz elif ile başladığı için, öncekilerle kaynaşır
"a" üzerindeki şapka inceltme değil, uzatma işaretidir
en sondaki "i" sesi okunmaz
بِسْمِ اللّٰهِ
Besmele Kuran'da üç yerde geçiyor.bismillâhir-rahmânir-rahîm
1:0 Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Bu ayet Yüce Kitabımızın ilk satırı.
Kur'an evrenin anahtarı, Fatiha Kuran'ın.
Besmele de Fatiha'nın anahtarı.
Besmele çekmek her işin başı.
veqâle-rkebû fîhâ bismillâhi mecrâhâ vemursâhâ
11:41 "Binin ona, gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır" dedi.
inne rabbî legafûrur-rahîm
"Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."
Büyük bir nebinin sözleri ile, önemli bir bir işe girişirken besmele çekiliyor.
Bir asansörün düğmesine basarken, arabanın motorunu çalıştırırken, hep
bu sözü söyleyip bu anlamı düşünürüm: Yürüten de O, durduran da O.
Asansörü de, arabayı da, beni de, seni de, evreni de...
Elmalılı'nın tefsirine bakınca, bunun teslimiyet olduğunu anladım. Evet, Hz. Nûh geminin ve içindekilerinin selâmete ulaşacağından emin çünkü yaptığı gemiyi tarif eden, projelendiren, ve yapımı sırasında gözeten tüm kainatın sahibi. Selâmet ancak O'na teslim ile.
innehû min suleymâne veinnehû
bismillâhir-rahmânir-rahîm
27:30 "(Mektup) Süleyman'dandır, bismillahirrahmânirrahîm diyor"
Bu da başka bir nebinin hikayesi. Hem melik (kıral), hem nebi. Aynı anda saltanat ve hikmet sahibi. Yıldızlara secde eden bir kavmin melikesine mektup yazıyor. Ayette, melikenin ağzından mektubun ilk satırı okunuyor. Birçok hat levhasına konu olmuş. Hem ayet yazılı, hem de besmele.
5 Ocak 2006 Perşembe
Bismillah
Yüce Kitab'ımızı daha iyi anlamak için, onun kelimeleri ile konuşmak gerekir. Ayetlerden Pırıltılar'a başlarken şöyle bir yöntem planlıyorum:
Pazartesi ve Cuma sabahları, Arapçası ve Türkçe anlamı ile Kuran'dan bir söz (birkaç kelime) gösteriyorum. Tesnim(*) okuyucularından katkı bekliyorum.
Okuyuculara biraz zaman tanıdıktan sonra, üçüncü gün akşamı konuyu toparlayıp özetliyorum. Başlarken, Süleyman Çelebi'yi hatırlayalım:
Allah âdın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ide Allah ona
...
Bir kez Allah dîse aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misl-i hazan
(*) Tesnim: 2004-2009 arasında etkin, üyeliği sınırlı bir mail grubu [Bk. 83:27]
Pazartesi ve Cuma sabahları, Arapçası ve Türkçe anlamı ile Kuran'dan bir söz (birkaç kelime) gösteriyorum. Tesnim(*) okuyucularından katkı bekliyorum.
- Öncelikle bu sözü Kuran'da bulalım
- Bu söz ve ilgili ayetler size ne anlatıyor?
- Daha önce çalıştığımız konulara bağlanabilir mi?
Okuyuculara biraz zaman tanıdıktan sonra, üçüncü gün akşamı konuyu toparlayıp özetliyorum. Başlarken, Süleyman Çelebi'yi hatırlayalım:
Allah âdın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ide Allah ona
...
Bir kez Allah dîse aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misl-i hazan
(*) Tesnim: 2004-2009 arasında etkin, üyeliği sınırlı bir mail grubu [Bk. 83:27]
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)